2 Haziran 2012 Cumartesi

Bir Kuru Yaprak


Zordur bir kuru yaprak gibi kalabilmek hayatta. Kalanlara saygı duyulmalıdır.
Hiçlikten gelir gibi bir telefon zili duyulur önce. O anda dünya üzerinde seni kimin düşünüyor da arıyor olabileceğine dair hiçbir fikrin yoktur. Zira bir kuru yaprak gibi sürüklenmeyi seçeli beri insanlar rüzgarınla seni bir başına bırakmışlardır.
Kendi kararlarını alan ve karar alırken de kendisinden başkasına öncelik vermeyenleri etiketlemeye bayılır kalabalıklar. Öyle tanımsız, belgisiz ve özelliksiz “kalabalık” olarak anılmaya mahkumlardır tam da bu yüzden. Görünüşte ne onlar senin onlara “kalabalık” demenden etkilenmiş görünürler ne de sen her geçen gün onlara dahil ettiklerinin sayısının artmasının muhasebesinin peşine düşersin. Kuru yapraksan, düşmezsin…
“Merhaba” dedi telefonun öbür tarafından bir ses. Tanıdık desem değil, yabancı desem hiç değil. Öyle sıradan bir ses. Herkes gibi. Hiç kimseden farksız. Ve asıl duymak istediğinkinden farklı. O değil. Başkası. O zaman yine “hiç kimse”.
Gün boyu dahil edildiğim mahremiyetlere “anonim” kalarak tahammül edebiliyorum. Köksüz ve bağsızı oynuyorum. Oynadıkça bürünüyorum. Büründükçe oluyorum.
Sonra birden pat diye bir telefon. Aradan geçen yılların haddi hesabı yok. Bir insanı bir kez tanımış olmak kalan ömründe onu hep tanıyor olmayı ve aradaki bu tanışıklık bağının hiç kopmayacağı anlamına neden gelsin ki?
Bazen hastalarım aralarında kan bağı olan ama onlara çok acı yaşatan insanlardan bahsederken araya girer ve sorarım; “İyi de sana onu sevmek zorunda olduğunu düşündüren şey ne?” Dünyanın en saçma sorusu gibi gelir kulağa ilk duyulduğunda. Oysa hiç de öyle değildir. Söz konusu edimin öznesi, anne, baba, evlat, kardeş, kuzen, hala, dayı vesaire olabilir. Gerçekten? Nedir onları sevdiren? Anımsanan hoş anılar, üzerinizde boy attıkça serpilip filiz veren emek, hak yoksa yani arada? Sırf kan bağı, sevgiyi neresinde saklayıp da sunar insanlara? Bu mümkün müdür?
“Hatırlamadın mı beni?”
Hatırlamadım. Zorunda mıyım?
“Aşk olsun…”
Aşk olsa olurmuş zaten. Yok ki hatırlamadım. Tüm akrabaların, aile fertlerinin, tanımamam durumunda mahcup olabileceğin dost ahbap çevresinin sesini geçirdim sırayla zihnimden. Yok! Tanımıyorum Allah tanımıyorum.
“Yeni indim şehre. Dolaşırken seneler öncesine gittim. Sesini duymak istedim.”
Sen şuna sap gibi kaldım akşam vakti şehrin ortasında, kimi aradıysam tavlayamadım, bi’ de seni yoklayayım diye düşündüm desene! İlla bir romantizasyon illa bir vıcıma!
Tanıdım tabi bu arada sesin sahibini. Seneler önce daha fazla duymasam da olur diyerek, bir daha duymamaya karar verdiğim ve arkama bile bakmadan kapıyı suratına çarpıp gittiğim, bundan da bir an olsun pişman olmadığım gibi, en hassas ve dokunmatik anlarımda dahi aklıma getirmediğim o ses.
Yani aslında “hiç kimse!”
Müsait olmadığımı söyledim. Değilim de nitekim.
“Hala aksisin” diyor utanmadan.
“Sen de hala hırtsın!”
Ses yok…
Kapadım telefonu.



2 yorum:

Zaman! Eriyor... dedi ki...

Bende birsürü''Hırt''tanıyorum...Ve suratlarına 'hırt'olduklarını söylüyorum...Daha önce duymamışlar ''hırt'ı''...

m_sude'nin maceraları dedi ki...

çok iyi yapmışsın! hakkaten "hırt" mış:)