Hızla gelip geçiyor günler…
Tanıdık tanımadık birçok insan, aşina olduğumuz ya da olmaya
başlayacağımız hayat öyküleri, davranış kalıpları, ilişki örüntüleri… Bunların
toplamının tekdüzeliğinde ve ayrıntılardan derlenen küçük sürprizlerle
ilerliyor hayat…
Bunu “ilerleme” olarak adlandırmak da ne kadar doğru bilmiyorum esasen.
Belki sadece durduğu yerde duruyor.
Aslında bugün üzerime çöken kasvetli terör mağduriyetini yazacaktım.
Biliyorum ben yazınca bir şey olmuyor… ama ben de bu şekilde rehabilite ediyorum
kendimi işte… yazıyorum rahatlıyorum… birileri de okursa ne mutlu bana…
Ama tam ben kafamda uluslararası siyaset stratejistlerini kıskandıracak
(!) çıkarsamaları akşamdan suya yatırırken, çok kıymetli bir okuyucu
arkadaşımızın sorusuyla aniden direksiyonu terapi odasına kırdım. Sağ olsunlar
Onur Bey, ne olacak bu “Huzursuz Bacanak” hikayesinin sonu mealinde bir soru
sormuş. Ben de anlatayım dedim…
Aslında hikaye bir kısmı da benim odamda cereyan eder şekilde sürüp gitti
arka planda. Araya pek çok konu karıştı, dikkat odağım oradan oraya kaydı,
ramazandı, bayramdı derken kaynadı gitti.
Size kısaca hatırlatayım isterseniz… İki erkek gelmişti bir gün… Çok eski
iki arkadaş ve iki kız kardeşle evli bacanaklar… İçlerinden birisi kişisel
gelişim, NLP, EFT, Kuantum olumlama falan uçmuş gitmiş… Diğeri görünürde daha
aklı selim, ayakları daha bu dünyaya basıyor ve mantıklı… (“görünürde” ifadesi
tesadüf değil) zaman içinde her ikisinin de evliliklerinde hemen her evlilikte
karşılaşılabilecek türden sorunlar olmuş. Ancak gelin görün ki kişisel
gelişimci olanın evliliğindeki sorunla giderek içinden çıkılmaz bir hal almış
ve çift boşanma raddesine gelmiş. Kadın evi terk ederek kız kardeşi ve
eniştesinin evine taşınmış. Adam oralı değil, inceldiği yerden kopar, mukadderat,
öğrenilecek dersler, çıkarılacak sonuçlar, kişisel olarak geliştirecek doneler olabilir
kafasında…
Arkadaşı yani öykümüzün başlığında “huzursuz bacanak” olarak ismi geçense
bu evliliği kurtarma gayesinde onu alıp bir psikoloğa getirmiş. Bu davranışın yorumu
şudur aslında: “Bunu tamir et, düzelt, karısını alsın evine götürsün, hiçbir
şey olmamış gibi hayatımıza devam edelim.”
İlk bakışta niyet iyi. Bir yuvayı yıkılmaktan kurtarıyor hatta; iyi değil
müstesna !!
Fakat sevgili okuyucu, bu aslında hepimizin kolayca düşebileceğimiz
yanılgılardan sadece bir tanesi. Bir evliliği kurtarmaya çalışmak elbette ki
gerekli ve hangi motivasyondan kaynaklanırsa kaynaklansın iyi niyetlidir; lakin
bir noktadan sonra çabayı durdurmak ve enerji yatırımını “destek ve planlama”
alanına kaydırarak insanlara gerçekten ihtiyacı olan yardımı yapabilmek önem
kazanır. Halk arasında buna “olmuyorsa zorlamayacaksın arkadaş” da denir.
Son yıllarda kişisel gelişim, evrenle bütünleşme, kainatı parmağının
ucuna takıp dize getirme türünden yeni bir “din” eğilimi ve insanın “Tanrı”lığa
öykünmesi olarak (nacizane) yorumladığım, dünyayı hızla sarmakta olan bir
“hareket”in varlığı illa ki sizin de dikkatinizi çekiyordur. Bunun insanı
köklerinden koparıp dünya milleti vatandaşı yapma gayretindeki emperyalizmin
ulus devletleri baltalama girişiminin bir sonucu olduğunu söylemem size fazla
siyasi gelirse, tam bu noktada okumaya bir son verip daha eğlenceli bir başka
sayfaya geçebilirsiniz.
Yalnızlaşan ve standardize edilmiş eğitim süreçlerinden geçen insanların gerçek
hayatın sıradanlığı ile başa çıkması ve kendisine haz verecek bir “fark”
yaratması pek çokları için kolay değil. Henüz kendisini tanıyamadan, hayattan
ne beklediğini, gerçekten ne istediğini bilmeden, sırf bazı toplumsal
gereklilik örüntülerine sıkışıp kalmışlıktan ve çözüm getirme beceri
eksikliğinden dolayı alınan kararlar sonrası yapılan evlilikler mutsuzluğun
dipsiz kuyularında boğmaya başladı mı bir insanı, sapılacak yollardan sadece
bir tanesidir “evrenle bütünleşme” fantezisi.
Evlilikleri düzelir mi düzelmez mi bilmiyorum. Çünkü şu anda karı-koca
aynı evde, ayrılıkları, boşanmaları ve boşanma sonrasında ne yapabilecekleri
hakkında yetişkin insanlar gibi konuşabilir haldeler. Ki bu gerçekten önemli
bir “ilerleme” göstergesi bana sorarsanız.
Gelelim bizim “huzursuz bacanak” konusuna…
Bu hikayenin altından çıkan en yaralı ve örselenmiş ruh sanırım onunki. Size
ifade etmeye çalışırken kelimeleri haddinden fazla özenli seçmem gerekiyor
çünkü bir cümle öncesinden itibaren hassas bir zemin üzerindeyiz. Her nedense
iki erkek arasındaki ilişki hakkında yorum yaparken, hele de bu yakın bir
ilişkiyse insan ister istemez yanlış anlaşılmamak için çabalıyor.
Onlarınki çok eski ve sevgi temeli üzerinde büyümüş bir arkadaşlık. Bazen
bu tür çok yakın arkadaşlıklarda bir taraf diğerine göre “bağımlı” kişilik
özellikleri sergilemeye yatkınsa zamanla ilişkinin içeriği arkadaşlık, dostluk,
kardeşlik gibi sınıflandırmaların tamamı ama artık onlardan da bambaşka, o güne
dek hiç “acaba buna ne isim versek” diye üzerinde durulmamış bir hal
alabiliyor. Bazıları buna cinsellik barındırmayan “aşk” olarak yaklaşabilir.
Ki yine bana sorulsa işin içine fiziksel bağlanmayı katarsak yine de
ortaya “cinsel” çağrışımlı bir anlam çıkmayabileceğini düşünürüm ama bunu ifade
etmekte zorlanacağım için kendime saklarım. Kendisiyle görüşmeye devam
ediyoruz. Yapışık ikizinden ameliyatla ayrılan pasif ikiz teki gibi şu aralar…
Depresif bir dönemden geçiyor. Kimliğini, koca ve baba olarak rollerini,
hayattaki duruşunu falan sorguluyor…