7 Temmuz 2012 Cumartesi

Karaltılar - J. Bernlef


Karaltılar
Sizi bilmem ama ben okuduğum kitaplar arasında var idiyse de Hollanda edebiyatına ait bir örnek hatırlamıyorum.
J. Bernlef’in Karaltılar romanını Bodrum’da bir akşamüzeri aylak aylak gezerken bir kitapçının indirimli kitaplar sergisinde görüp aldım.
Romanın kahramanı Marteen Klein giderek “bunama”nın pençesine düşen ve ileri yaşlarını ABD’de karısı Vera ile birlikte geçirmekte olan bir Hollandalı…
Hikaye “ben” diliyle anlatıldığı için roman boyunca Marteen’in zihninde beliren kopuşların nasıl büyük kara deliklere dönüştüğünü sarsılarak okudum. devamını oku

Doğuştan dengesizler


Dün nasıl bir yoğun gündüyse artık akşam on buçukta küt diye uyumuş kalmışım okurken… yemek yediğimi bile hatırlamıyorum.
Hepinizin az çok bildiği üzere dün Necibe’nin yattığı kliniğe gittim. Açıkçası istediklerini verip beş on dakika kadar yanında oturup sonra da eve dönecektim.
O kadar yorgundum…
Bazı günler böyle oluyor. Diğer günlerde daha rahat kaldırabildiğiniz bir tempoyu sanki tüm gün değirmene su taşımışsınız gibi bir yorgunlukla zar zor tamamlayabiliyorsunuz. Bana öyle oluyor daha doğrusu. Kolum kanadım kalkmıyor. Akşam olsun da yatağıma gireyim, üç gün üç gece dokunmasınlar uyuyayım isteği duyuyorum.
Müdananım düzensiz beslendiğimi ve kuvvetten düştüğümü, bazı günler yemek yemeden içtiğim için kansız kaldığımı, bünyemin zayıfladığını söylüyor ıs.. devamını oku

6 Temmuz 2012 Cuma

Necibe'nin hayatıma girişi


Size Necibe’yle ilk karşılaşmamızı anlatmıştım.
Ben eve yeni taşınırken, onun kucağında köpeği ve at hırsızı suratlı bir Afrikalı’yla bana hoş geldin ziyaretini…
Posta kutusunun kilidi sağlam olsa ve bana gelen her şey bir akşam eve girerken olduğu gibi onun kucağına dökülmese psikolog olduğumu söylemeyi hiç düşünmüyordum.
Ama öğrendi.
Ve tanıştığımızın ertesi günü depresyonu baş gösterdi.
Benim büyüdüğüm yerde komşuluk önemliydi. Evde pişenden muhakkak karşı komşuya da verildiği, çarşıya pazara giderken kapısını çalıp “bir şey lazım mı” diye sorulduğu, misafiri geleceği zaman devamını oku

Telefon sorunsalı


Tuhafın tuhafı bir telefon sabah sabah; “Merhaba Mine, nasılsınız?”
Zannedersiniz rahmetli Kenan Pars altın kaplama ahizeyi tutmuş ağzına, üzerinde röptoşambrıyla beni arıyor.
“İyiyim” derken sesime ikircikli bir ton verdim. İyi olmasına iyiyim de sen kimsin babında…
“Arkadaşınızla ilgili aradım, malum bugün Cuma…”
Lan! Mezarlıktan mı arıyor bu? Cuma günü kabristan ziyaret edilir benim bildiğim, hangi arkadaşım ne oluyor yahu?
“Ne zaman isterseniz gelebilirsiniz Mine.”
Selam-ı kavlen! devamını oku

5 Temmuz 2012 Perşembe

Şiir gibi...


Zaman kuytuya sinmiş bir ceylan gibi size bakar onun şiirlerinde...




Her Şey Yerli Yerinde
Her şey yerli yerinde; havuz başında servi
Bir dolap gıcırdıyor uzaklarda durmadan,
Eşya aksetmiş gibi tılsımlı bir uykudan,
Sarmaşıklar ve böcek sesleri sarmış evi
Her şey yerli yerinde; masa, sürahi, bardak,
Serpilen aydınlıkta dalların arasından
Büyülenmiş bir ceylan gibi bakıyor zaman
Sessizlik dokunuyor bir yerde yaprak yaprak…Biliyorum gölgede senin uyudugunu
Bir deniz mağarası kadar kuytu ve serin
Hazların aleminde yumulmus kirpiklerin
Yüzünde bir tebessüm bu ağır ögle sonu.Belki rüyalarındır bu taze açmıs güller,
Bu yumuşak aydınlık dalların tepesinde,
Bitmeyen aşk türküsü kumruların sesinde,
Rüyası ömrümüzün çünkü eşyaya siner.Her şey yerli yerinde; bir dolap uzaklarda
Azapta bir ruh gibi gıcırdıyor durmadan,
Bir şeyler hatırlıyor belki maceramızdan
Kuru güz yaprakları ucusuyor rüzgarda.

Huzursuz bacanak II


“Biz aslında liseden beri çok yakın arkadaşız. Özel bir okulun erkek voleybol takımındaydık birlikte. Antrenmanlar, deplasmanlar… yediğimiz içtiğimiz ayrı gitmezdi. Üniversitede bölümlerimiz ayrıldı ama aynı kampüsteydik. Bir tek askerlikte ayrıldık. Hal böyle olunca, yani sanki kardeş gibi büyüdük, hatta kendi kardeşlerimizle bu kadar yakın olmadığımızı söylemek de abartı olmaz.”
Simbiyoz bir ilişki gibi geliyor ilk etapta kulağa. Neyse dinleyelim… devamını oku

Huzursuz bacanak sendromu


Gün geçmiyor ki literatüre yeni bir sendrom kazandırmayayım sevgili blogger dünyası!
Az önce iki erkek çıktı odamdan. Odanın ne odası olduğunu bildiğiniz içün bu işkillendirici cümlenin akıbetiyle ilgili bir endişeye mahal yok sanırım…
İki yetişkin görünümlü adam. Biri bir sigorta firmasında yönetici. Kafayı NLP, pozitif düşünce, EFT’yle falan fena bozmuş. Diğeri biraz daha aklı selim, özel bir dersanede öğretmen.
Dersanelere karşıyım.
Sigorta şirketlerine ise ne yazık ki el mahkum…
Her neyse, konumuz bu değil. devamını oku

4 Temmuz 2012 Çarşamba

Premens kardeşliği


Baş ağrısı, karın ağrısı, bel ağrısı, sırt ağrısı, göğüs ağrısı…
Depresif duygudurum: Keyifsizlik, isteksizlik, umutsuzluk, tükenmişlik…
Artmış anksiyete (kaygı) düzeyi: Çarpıntı, nefes darlığı, “kötü bir şey olacak” duygusu…
Uyku sorunları: Uykusuzluk, geç uykuya dalma, uyku kalitesinde düşme, sık ve saçma rüyalar görme, sabah olunca yataktan kalkamayacak halde olma…
İştah değişiklikleri: Nutella kavanozu avlama, gördüğü ve aklına gelen her şeyi yiyip somurma isteği ya da tam tersi iştahsızlık, açlıktan tansiyonu düştüğü halde yemek aklına gelince öğürme…
Dikkat ve konsantrasyon güçlükleri…
Öfke kontrol güçlüğü, şiddet eğilimi, kavga etme isteği, her zaman tahammül edebildiklerine karşı sıfır tolerans…
Aşırı duygusallık, iki kişi karşılıklı meteorolojiden konuşurken bile duygulanıp, gözlerin dolmasına engel olamama…
Hatta zaman zaman suisid (intihar) düşünceler…
Tablo budur arkadaşlar… Benzer başka belirtiler de eklenebilir ancak bir tanesi bile eksilmez… devamını oku

Mensmonster


PMS deyinde ne anlıyorsunuz?
Bundan muzdarip olanlar elini kaldırsın!
O da ne ki diyenleriniz varsa içinizde biliniz ki dünyanın en şanslı insanları arasındasınız ve hayatınızın herhangi bir anında “ben de zaten çok şanssızım” dediğiniz an biz PMS’lilerin iki eli iki yakanızda farz edin.
Durum bu kadar ciddi. Evet öyle!
PMS !!
Yani PreMenstrüel Sendrom. Daha da sadeleştirelim: Adet öncesi sendromu.
Bu konunun sadece kadınları ilgilendirdiğini sanırsanız feci yanılırsınız. devamını oku

3 Temmuz 2012 Salı

Kauçuk hanım


Dünkü yazıdan sonra haklı olarak bazıları senelerce psikoterapi alma mefhumu üzerinde düşünmüştür.
Gelen yorumlar da o yöndeydi zira…
Ne diyeyim yerden göğe kadar haklısınız.
Aslına bakarsanız benim bir blog yazmaya yeltenmemin sebeplerinden en “baba”sını da bu konu oluşturuyor. Her şey psikoterapinin konusu olabilir mi? Ya da her anormal normal olmak zorunda mıdır? Hatta belki de daha doğrusu anormal nedir?
Psikolog olana kadar “Avrupa’da, Amerika’da herkesin bir doktoru bir de psikoloğu varmış” saçmalığına ben de inanır ve devamını oku

2 Temmuz 2012 Pazartesi

Eve dönüş


Deniz ve güneş her şeye değer belki ama yorgunluktan başka bir şey değildi şu iç gün.
Macera yaşını geçirmişiz…
Bu yıl “cemre” suya düşecekken yolunu şaşırmış olmalı Bodrum’da zira buzz gibiydi deniz. Ama pırıl pırıl ve hayat doluydu…
Neyse üç gün de olsa gittik geldik, havamız değişti, rengimiz döndü.
Sabah aradım hastaneyi. Malum doktor bey “muayyen gününde” gibi davrandığı için görüşebileceğimden emin olmak istedim. “Akşam 6 gibi gelsin” buyurdular. Sanki bana randevu veriyor! Çıkacak bunun altından bir şey ya, hadi hayırlısı bakalım…
Geldi mi üst üste gelir ya, sabah bendenizin de bir depresyon görüşmesi vardı. Öğrencilik yıllarımdan beri bilip devamını oku