9 Mayıs 2012 Çarşamba

Çarşamba-sabah


Sabah ilk hasta randevusunu iptal ettiğinde, itiraf etmem gerekirse, pek memnun oluyorum. Uzun uzun kahvemi içip, internette alışveriş sitelerini gezmeye, Müdanaanım’ın kapattığım fincanı eline alıp evire çevire bu aralar her günü bir öncekinden hiç de farklı olmayan ahvalimi anlatışını dinlemeye bol bol vakit kalıyor bu sayede. Fincana atomu parçalarına ayırmak üzereymiş gibi yakın gözlüklerini takarak bir ciddiyet ve dikkatle bakışı var ki, görmeniz lazım. İlk kez duyuyormuşum gibi yüzüme bir inandırıcılık ifadesi takınarak dinliyorum dediklerini.
Hayatı fazla ciddiye almaya gelmez çünkü. Tanık olduklarım ve maruz kaldıklarım düşünülünce benim yerimde olan birinin hayatı ciddiye almaya devam etmesi ancak bir “gerizekalılık”la açıklanabilirdi. Eh pek de öyle sayılmam. Bıraktım elimde tutmakla çok övündüğüm ipleri. İp veya başka bir şey, sıkı sıkı tutmaya değecek ne var ki bu hayatta? Sabit bir zaman katmanı üzerinde durduğumuz yerde durarak, bir milim dahi oynamayarak, güneşin doğup batmasıyla hayatın gerçekten değişebileceği yanılgısına mahkumuz her birimiz. Hayatın, kaderin, zamanın ve kendimizin… değişimi, ilerlemeyi gerçek sanıyoruz.
Hastalarımdan örnek vereyim size… - bu arada bizim camiada “hasta” kavramına ilişkin çok gereksiz bir kafa karışıklığı vardır ve psikoterapinin doğup büyüdüğü batı kültürüne öykünerek hasta yerine “danışan” denmesi özellikle tembih edilir ve benim pek işim olmaz bunlarla- Hastalarıma tanıştığımız ilk dakikalarda şunu söylerim “kendi kendinize çözemeyip de bir psikoloğa tomarla para vermenize neden olan nasıl bir sorununuz olabilir?” Sonra cevap vermelerine izin vermem ve eğilip doğruca gözlerine bakarım: “Gerçekten?”
Benim biraz egzantirik bir tipleme olduğum konuşulur. Yüzüme söylemezler ama bilirim bunu. İnsanlar egzantirik tiplere karşı merak duyarlar. Asla onun gibi olmak istemez ama onun gibi olmak nasıl olurdu diye düşünmeden edemezler. Bunun kaymağını yediğim de söylenebilir.
Ne kartvizit ne tabela… Bunu övünmek için söylemiyorum. Övünmek tuvaletten çıkarken eteğinin arkasının donuna sıkıştığını fark etmeyip de sahneye çıkmak gibidir. O ödülü alırsın nihayetinde. Ama götün görünür.
Birbirlerinden duyarak geliyorlar. “Falancanın kocası size gelmiş, filancanın kardeşini iyileştirmişsiniz, arkadaşımın babası, yengemin görümcesi…” Duyar ve gelirler. Sadece kulak kepçenizle dinlerseniz, “artık iyileşmek istediklerini” ve “sizi çok methettiklerini duyduklarını” söylerler ve inanırsınız. Edilen iltifatlara inanmak bir psikoloğu mallaştırır.
Neyse hastam geldi… sonra devam ederiz…

7 Mayıs 2012 Pazartesi

Pzt-gece

sıradan bir gündü. yorgunluk kirpiklerimden klavyenin üzerine damlıyor şu an. Timur pencerenin önünde kıvrılmış camdan caddedeki yanıp sönen neon ışıklı gece kulübü ve bar tabelalarını seyrediyor. binada ev olarak kullanılan benimkiyle birlikte dört daire var. toplamda yedi daire. iki daireyi apartmanın sahibi vakti zamanında birleştirmiş, sonra da kendisi emekli olup Datça'ya yerleşince önce bir kürk ve deri mağazasına sonra da halen burada olan bir sürücü kursuna kiralamış. kendisi hala hayatta sanırım.
günün 24 saati hareketlidir buralar. hem cadde hem de apartman. olayımız, kavgamız, baskınımız pek eksik olmaz. ben çatıdayım. kışın biraz zorluk çektiğim doğru ancak manzaramı en lüks semtteki en gıcır dubleks daireye bile değişmem.
ofisimi biraz daha elit bir muhitte tutmamın sebepleri var. gelip gidenleri düşünmek zorundayım. her ne kadar hiçbirine zerre kıymet vermiyor gibi görünsem de, sorumluluk duyguları olan bir psikoloğum ben. en azından güvenliklerini sağlıyorum ve sosyetik muhitlerde bu terapi zımbırtıları da zaten çok revaçta olduğundan utanıp sıkılmadan hatta bazıları gef gef gerinerek binaya girip çıkıyorlar.
ama burası ayrı. benim mabedim. istirahat mahallim. öldükten sonra bile mumyalanıp burada kalmak isterdim ama bu isteğimi ciddiye alacak bir belediyecilikten henüz uzağız. 
bazı geceler ışıkları söndürüp Timur'la birlikte arka balkondan görünen diğer caddede bekleyen travestileri seyrederiz. çok soğuk olduğunda bir termosa çay doldurup yanına da Boyabat tuğlasından hallice tarçınlı keklerimden koyup bir tepsiyle sokağın köşesine bıraktığım doğrudur. kim olduğumu çözmüş olabilirler ancak tavrıma saygı duymuş olmalılar ki kapıma dayanmadılar hiç. zaten ben mesela güvercinleri de uzaktan severim. yemleyeceğim zaman penceremin önünde değil de gidip parka ufalarım bayat ekmekleri. benzetme nahoş geldiyse sizinle anlaşabilme ihtimalimiz pek yok. 
yarın nevi şahsına münhasır ve müstesna bir kişiliği olan sekreterim Müdanaanım izinden dönüyor. ismi Müdana. Müdana Hanım uzun ve zor olduğu için zamanla müdanaanım haline geldi. o da bana minaanım diyor ve mikro demokrasimizde pürüzsüz yaşayıp gidiyoruz. ana babasının ne düşünerek ona böyle bir isim verdiklerini bilen yok. ancak zamanla tanıyacaksınız, yer yüzünde başka hiçbir isimle var oluş potansiyeline ulaşamazmış zaten kendisi.
bir haftadır yeğeninin düğününü bahane edip gittiği Antalya'dan dönemedi. tahminlerime göre düğüne uğrayıp bir saat kaldıktan sonra sahil şeridini bulduğu her türlü vasıtayla gezmiş ve homini gırtlak nerede ne meşhur varsa sanki önceden hiç yememiş gibi tek tek dolaşıp yemiş olabilir. yani muhtemelen şu anda yoldadır. ve Antalya haricindeki herhangi bir vilayetten buraya doğru son anda bir otobüsün yer bulamayıp da rica minnet sıkıştığı en arka koltuğunda seyahat yastığına kafasını koymuş horuldayarak buraya yaklaşıyor olabilir.
gelmesini dört gözle bekliyorum zira ofis biraz daha gelmezse it bağlasan durmaz hale gelebilir. randevular karıştı, bulaşıklar birikti, ortalık bir parmak toz. 
o yokken daha da çok yoruluyorum. o yüzden fazla yazmaya mecalim de yok. şimdi yeşilçam kanallarından birinde bir film bulup izlerken uyuyakalmak üzere kanepeme geçiyor ve bugünlük burada kesiyorum. 
maddem uyurken manamın nerelerde sürttüğünden bihaberim. o nedenle gece gökyüzünde rastladığınız yabancı ruhlara itidalli yaklaşınız. sonra aramız bozulmasın.

pazartesi

bir günlük olarak kaydı tutulup, kamuya açık bir sosyal medya ortamında deşifre edilmeye değer bir hayatım olduğunu ne zamandır düşünüyordum.
asosyal bir insan değilim.insancıl olduğum bile bazı şartlar altında pekala ileri sürülebilir. diplomalarımda psikolog olduğum yazıyor. halka arasında ise "deli doktoru" olarak nitelendirildiğim doğrudur. açıkçası ne işle meşgulsünüz sorusuna sadece banka kayıtlarında cevap verme gereği duyuyorum. onda da psikolog diye ayrı bir seçenek çoğunlukla olmadığından "diğer"i işaretliyorum. kartvizitim ve randevu alarak illa benimle görüşmek isteyen bunun için de para ödeyen insanların geldiği ofisimde tabela bulundurmuyorum. etiketlerden zerre kadar hazzetmiyorum.
sıradan ve sade bir insanım.
bekarım.
iki odalı çatı katımda Van kedisi olarak bana satılan ancak sonradan Karslı olduğu anlaşılan kedim Timur'la birlikte yaşıyorum.
zamanla beni daha iyi tanırsınız zaten, detaylarla girizgahı uzatmaya gerek yok.
yazıya girerken asosyal olmadığımı söyledim, ki doğruydu, ancak arkadaşlık kurmakta bazı güçlükler yaşıyorum. bugüne kadar bazı nahoş sonuçlanan girişimlerim de olmadı değil. ama hayatımdan memnun değilim demek hemen her gün karşılaştığım ve kendimi içinde bulduğum türlü acaipliğe haksızlık olurdu.
birazdan kahvaltı masasını toplayıp, Timur'un kumunu temizleyip evimden dışarı adımımı atmamla hayat döngüsüne karışacağım. akşama kadar kimi tanıdık kimi yeni bir sürü insan gelecek karşıma.
size hep gözetlemek istediğiniz hayatlardan sahneler anlatacağım. böylece tanıdığınız en aptal kişinin kendiniz, en zalimin de kendi celladınız olmadığını anlarsınız belki. anlamazsanız da sadece okumak için okursanız da siz bilirsiniz. insan öğrenmeye açık olmalı. ben bildiklerimin çok çok çok büyük bir kısmını diğer insanlardan öğrendim. size de bundan gocunmamayı öneririm.