Çok üzgün ve dalgındı bugün. Makyajsız, fönsüz ilk görüşüm onu. Saçlarını
sıkıca atkuyruğu yapmış, üzerinde yazlık bol kıyafetler fakat her haliyle duru
bir su gibi güzel, gözleri pencereden dışarıda bir yerlerde takılı kalarak
anlattı.
“Yapamadım” dedi.
Mendil kutusunu alarak karşısındaki koltuğa geçtim. Mendile bolca
ihtiyacımız olacaktı…
“Bütün cesaretimi toplamıştım. İl dışında bir gezideydi eşim. Gelince
görüp de birden şaşırmasın ve sert tepkiler vermesin diye bavulları
toplamamıştım. Ama kafamda ne yapacağım, yanıma ne alacağım, nasıl evden
çıkacağım, çocuklara ne diyeceğim ve onların hangi eşyalarına ihtiyacımız
olacağı, hepsi tek tek hazırdı. Eşimin boşanmaya yanaşmayacağını ve beni ikna
etmek için evde çocuklarla birlikte kalmama izin vererek kendisinin kapıyı
çekip çıkmayacağını biliyordum.”
“Akşam çocukları erken yatırdım. Babalarını bir haftadır görmüyorlardı,
beklemek için ısrar ettilerse de babanız çok geç gelir sabah görürsünüz dedim.
Işıkları kapatıp, bir tek salondaki abajurun ışığında ağlayarak onu bekledim.
Yapmak üzere olduğum şey belki acımasızca ve bencilceydi ama artık daha fazla
bu riyakarlığı sürdüremezdim. Ayrı kalamıyordum işte sevdiğim insandan. Bu
şekilde hem kendimin hem de eşimin onurunu ayaklar altına alıyordum. Ne olursa
olsun bunun sonuçlarına katlanacağım ve doğru olanı yapacağım diyordum kendi
kendime. Hayal bile edemiyordum vereceği tepkiyi. Belki bağırıp çağırır belki
de hayatında ilk kez bir kadına el kaldırırdı. Her şeye hazırdım. Bu, benim tek
başıma yapmam gereken bir şeydi.”
Bu noktada tekrar gözleri doldu Begonvil’in. Devam edebilmek için birkaç
dakikaya ihtiyaç duydu.
“Hala inanamıyorum Minanım. Bu olanları aklım almıyor. Bunu nasıl… Ben
onu nasıl… Şimdi nasıl…”
Bu cümleleri tamamlamak gerekirse, eşinin söylediklerine inanamadığı, onu
bunca yıl hiç tanıyamadığını düşünerek bundan sonra ne yapacağını nasıl
davranacağını bilemez halde olduğu söylenebilir sanıyorum.
“Hiç şaşırmadı beni o saatte onu bekler görünce. Selam dahi vermedi.
Geldi karşıma oturdu. Yüzüme bakmıyordu. Tuhaftı hali. Uçakta gelirken içki
içmişti galiba. Gözleri kıpkırmızıydı. Kravatını çözdü. Yüzünü elleri arasına
alarak öne eğilip durdu. Uzun süre kaldı öyle. Ağzımı açmaya cesaret dahi
edemedim onu öyle görünce. En sonunda doğruldu, yüzü kıpkırmızıydı. Beni
bırakıyor musun, dedi. Olduğum yerde kalakaldım. Şok geçirdim. Sen bunu nereden
biliyorsun dememe kalmadı, çocukları alıp, eşyaları toplayıp beni öyle bok
çuvalı gibi ortada bırakıp gideceksin öyle mi, dedi.”
“Sana tek bir şans veriyorum ya şu anda benden af diler her şeyi geçmişte
bırakarak dizini kırıp evinde oturursun ya da hayatının geri kalanını cehenneme
çeviririm, dedi bana. Ve devam etti, hiçbir erkek, hiçbir koca yediği boynuzu
sineye çekip benim gibi davranmaz, aklını başına al.”
Yüzü kireç gibiydi Begonvil’in anlatırken.
“Sonra bir anda anladım Minanım. Her şeyi biliyordu. Nasıl öğrendiğini
sordum. Sen beni aptal mı zannediyorsun, bunca yıllık kocanı hiç mi tanımadın
dedi bana. Evrak çantasından bir tomar kağıt çıkardı önce. Al diye fırlattı;
bunlar telefon dökümlerin! Sonra büyük bir sarı zarf attı önüme. Bunlar da
gözümle göreyim diye çektirttiğim resimleriniz. Şu anda senin kararınla
edeceğim telefonu bekleyen bir adam sevgilinin evinin önünde park halinde
bekliyor. Gitmekte ısrar edersen sana erkeklik yapamayacak bir adam için beni
ve çocuklarını terk etmiş olacaksın, bunu böyle bil dedi. Çocuklarımı benden
alamazsın, diye bağırdım. Dene de gör bakalım bir daha yüzlerini görebiliyor musun
diye karşılık verdi.”
Bu kez yüzünü elleri arasına alma sırası ondaydı. Hıçkırarak ağlamaya
başladı. sakinleşir gibi olunca da devam etti.
“Bana bir mektup yazdırdı. Sevgilimi terk ettiğimi, bir daha beni arayıp
sormamasını ve bunun gibi şeyler yazdırdı. Tam olarak hatırlamıyorum bile. Eğer
bir kez bile irtibat kurmaya kalkarsan bu çırılçıplak resimlerini sadece babana
göndermekle kalmam, çocuklarının duvarına poster yaparım dedi.”
“Sizden başka herkesle görüşmem yasak. Şoförü şimdi aşağıda bekliyor. Dört
yanım sarıldı. Çaresiz kaldım.”
Ne yapmak istediğini sordum.
“Artık ne yapmak istediğimin bir önemi yok” dedi. “Çocuklarımı bırakamam.”
Bana bir zarf bıraktı. Normalde kolay kolay kabul edebileceğim bir şey
değil.
“Tek istediğim adrese teslim kargoya vermeniz bir başkasının adıyla” diye
adeta yalvarırcasına rica etti. Sevdiği adama gerçeği anlatmak ve bu işi
kurcalayıp onu arayıp sormamasını istiyordu mektubunda. Kocasının kendisine
yazdırdığından tek farkı, onu ne kadar çok sevdiğini ve bir gün hangi koşulda
olursa olsun yine onunla olmak için dua ettiğini eklemişti.
Nerden mi biliyorum? Okumama izin verdi.