2 Ağustos 2012 Perşembe

OBAMA’NIN SOPASI



Mesleki bakış açısı sabah ekranda haberi görür görmez etiketi yapıştırdı: Fallik nesne.
Konuyu sulandırmamak için çok kısaca değineyim bu kavrama. Bazı psikoloji ekollerinde nesneler dişil/eril olarak sınıflandırılabilir. Buna durup dururken değil örneğin rüya analizi gibi gerekli durumlarda başvurulur. Daha yuvarlak hatlı ve yayvan olan nesneler “fallus” (yani kadın üreme organı/rahim), dikey nesneler de “fallik” (yani erkek üreme organı) olarak değerlendirilir.
Bazı uzmanlar insanların örneğin ev veya iş yerlerinde etraflarında özellikle tercih ettiği bazı objeleri de bu şekilde sınıflar ve bu nesneleri kişilerin enerji yatırımlarıyla açıklar. Örneğin kadın ya da erkek, bir kişinin daha çok dikey, sivri, uzun cisimleri etrafında bulundurması, eril enerji ile, veya “ihtiyaç”la ilişkilendirilebilir. Konuyu uzattıkça şarlatan olma yolunda emin adımlar atacağımdan çekinerek merak edenlere Dr Nusret Kaya’nın kitaplarını okumalarını şiddetle tavsiye ederim.
Neyse gelelim bizim Hüseyin Barak’ın sopasına…
Haberde diyor ki, başbakan Erdoğan ile Barak Obama telefonda konuşmuşlar, bu kare de ABD başkanının o sıradaki duruşundan alınmış.
Öncelikle doğru olup olmadığı şüpheli bir resim. Belki de arşivden alelade bir telefonla konuşma görüntüsü aradılar, bu da tam Suriye’ye dalmak üzereyken Türkiye için uygun bir ihtar yerine geçer diye düşünüp bunu seçtiler. Bilemeyiz.
Diyelim ki doğru. Bu foto gerçekten de Türk Başbakanı ile konuşurken seçildi. O zaman nasıl yorumlamak lazım?
Buyrun birlikte okuyalım fotoğrafı…
İlk intiba “ayağını denk al karışmam” ifadesi. Bizde “sopa” üzerine pek çok deyiş ve benzetme var. Ama “Haydar”ı görüp de işin içinde şiddet unsuru aramıyorsa bir insan, her şey olabilir; lakin Türk olamaz.
Demek ki neymiş, bir tür saldırgan tavırla aba altından değil aleni olarak gösterilen sopanın her an Barak tarafından tepemize indirilebileceği algısı var: “Suriye’de dediklerimizi yapmazsanız, sınırınızda kuracağımız Kürt devletine zart zurt ederseniz kafanızı patlatırım!”
İlk intibanın yarattığı asabiyet dinmeye doğru mantık silsilesi giriyor devreye tabi…
Şöyle ki, bu adamlar geri zekalı mı ki, Türkiye’nin maşalığına bunca ihtiyaç olan bir zamanda sopayı sallayıp da kervanı ürkütmenin saçmalığını göremesinler? O sırada karşısındaki zattın huzurunda sopaya ne gerek istediğini yaptırmak için?
O halde nedir? Acaba nedir?
Şöyle alıcı gözle dikkatle bakınca adamda sanki “sıkıldım, bitse de çıkıp iki top tepsem, beyzbol oynasam” hali de yok değil hani. “Oldu canım konuş sen dinlemedeyim!” gibi biraz.
Fakat ne kadar dürtülerimle mücadele etsem de o sopanın bir “fallik nesne” olduğunu düşünmekten alamıyorum psikolojik yorumlama duyargalarımı. Adam resmen af edersiniz “penis” tutmuş elinde. Simgesel mimgesel! Penis o. Farklı kişilerce farklı yorumlanabilir; ben şunu tahmin ediyorum: Obama gerekirse kabadayılığa varan davranışlardan imtina etmeyecek ve Suriye konusunda sonuna kadar gidin talimatını ya vermiş ya verecek. İşi erkeksi bir agresyona dökmüş. Çok özür diliyorum kafaya koymuş “anamızı belleyecek” !!
Kendisinin yatak odasında bir empotans (guvvattan düşme) yaşıyor olabileceğini ve savaş ve saldırganlıkla telafi edici savunmalara yeltendiğini söylemekse aşırı yorum olur. Ama aşırı veya değil bir yorumdur neticede. Bunu diyen haddini aşar ama dediyse de demiştir mesela.
Bir de resme dikkatle bakarsanız arkasındaki, duvarda duran çerçeve de “fallik” ! Daha ben ne diyeyim. Fallik nesneler sarmış dört bir yanını…
Savaş kararı almak zorunda kalışıyla belki vicdanı arasında sıkışan ama siyaset hamamına girenin terleyeceğini bilerek o makama gelmenin baskısı altında ezilmiş, ufalmış, kendisini ve insanlığını sorgulayan raddede böcek gibi kalıp fallik nesneye sığınmış olabilir mi?
Eh bu kadaaaar stres altındaki adamdan viagrasız “kocalık” zaten beklenir mi?
Bu soruların cevabını bilemeyiz elbette.

Psikolog olmak


Bilmem belki de artık eskisi gibi değilim. Daha mı yorgunum? Mümkün.
Çok kolaydı bir zamanlar bir anda neşelenmek, o neşeyi sürdürmek, gece başını yastığa koyar koymaz kuş tüyü gibi uykulara dalmak.
Bir meslek seçmek bir hayat seçmektir.
Mezun olup da uygulamalı çalışmaya başladığım yıllarda içim mutlulukla dolup taşardı. Hastalar karşımda oturmuş, bana hayatlarının en mahremlerini açarken “şükürler olsun” derdim. “Şükürler olsun, iyi ki psikoloğum, yine doğsam yine olurdum, iyi ki başka bir meslek seçmemişim, iyi ki buradayım, hayatta benim için daha uygun bir meslek olamazdı…” Hemen her gün bu cümleler geçerdi aklımdan. Ukalalık olarak kabul etmezseniz bana başarı veren de bu yüksek motivasyonum, adanmışlığım ve aldığım muazzam keyifti sanırım.
Şimdi durum farklı mı diyecek olursanız, buna cevap vermekte zorlanırım.
Bazen düşünürüm; psikolog olmasam acaba ne olurdum diye. Pek çok şey olabilirdim aslında ama asıl demek istediğim başka ne yaparak mutlu olabilirdim. Tek başına bu soruyu sormak bile kuşkusuz “hayatta benim için daha uygun bir meslek olamazdı” cümlesinden bu yana bir hayli yol kat ettiğimi gösteriyor. Evet, artık başka şekilde de mutlu olunabileceğini düşünüyorum.
Mesleğimi sevmediğim doğru değil… Ve bu artık benim geri dönülmez bir şekilde yaşam biçimim.
Sadece şunu paylaşmak istedim galiba; “kendini gerçekleştiren kehanet”i duydunuz mu hiç? (Duymadıysanız Google’da aratıp okuyun şimdi onu anlatacak değilim.)
Bu konu son zamanlarda çok kafamı kurcalar oldu. Son zamanlar dediğim son birkaç yıl.
Bazen öyle geliyor ki bana, insan hayatta en iyi neyi biliyorsa kaderi onun etrafında şekilleniyor.
Gestalt ekolündekiler, ki severim kendilerini, buna benzer bir durum için “senaryolar” tabirini kullanıyorlar. Yani kafamızda bebeklik ve çocukluktan itibaren oluşan senaryolar var ve hayatımızı eninde sonunda bu senaryolara uyduruyoruz. Ne yaşıyorsak, tüm o şikayet ettiğimiz, illallah dediğimiz durumlara aslına kendi kendimizi sokuyoruz. Bunu tabi kasten yapmıyoruz. (Ben daha önce benzer bir yazı yazmış mıydım yoksa tam şu anda dejavu mu oldu bana?)
Her neyse kuramsal açıklamalara girişecek halim yok şimdi.
Etrafıma bir bakıyorum, sürekli sorun yaşayan insanlar. Önceleri dedim ki “Mine delirme!” Çünkü zaten insan olmak sorun demektir bir yerde. Yani sen mıknatıs gibi çekmiyorsun bunları, zaten herkes böyle. Ama öyle olmadığını fark ettim. Sürekli psikopatoloji ile muhattab olmak bir süre sonra “anormal” olarak nitelendirilip de o hiç haz etmediğim psikiyatrik sınıflandırma sistemine giren davranışların bir psikolog için “normal” hale gelmesine yol açıyor. Buna ne kadar dikkat etseniz ve kendinizi sürekli aksi yönde telkin de etseniz bu bir gerçek. Hal böyle olunca da sıradan bir insanın tahammül etmeyeceği pek çok saçma sapan davranış, alışkanlık vs sizin “anormal” eşiğinize ulaşmıyor. Sonuç: Etrafım psikiyatrik vakalardan geçilmiyor!
Tedirginim.
Bu şekilde hayatımı sonlandırmak istediğimden emin değilim.
Buralara yazmamın ve sizlerle yani hastam olmayan yetişkin insanlarla diyalog içinde olmak istememin sebebi de biraz bu belki.
Bu saatten sonra arkeolog, cerrah ya da terzi olamam. Olmak da istemem çünkü mesleğime çok emek verdim. Ama bana bir yol haritası lazım.
Yavaş yavaş çiziyorum sanki…

1 Ağustos 2012 Çarşamba

Çocukları cinsel istismardan korumak


 Pepecan’la ilgili yazdıklarımdan sonra haklı olarak pek çok geribildirimde bulundunuz.
Hemen herkes işin çirkinliği, ceza ve denetim sisteminin yetersizliği gibi konularda hemfikir.
Tecavüzcülere “hadım” cezası tartışmalarında bizim meslek e-posta gruplarındaki herkes çıldırmıştı. Benim gibi “hadım”ın gayet isabetli bir ceza olabileceğini düşünenler çoğu zaman olduğu gibi sessiz kaldı ve sahne “insan hakları” bıdı bıdılarına kaldı.
Aslında o mesajları saklayıp ifşa etmek vardı ama uğraşmadım hiç. Haklıyken haksız konuma düşüp de enerjimi kodamanlarla uğraşarak harcayamam.
Pedofili, yani çocukları cinsel tatmin objesi olarak görme alışkanlığı, dürtüsel bir bozukluktur. Literatürde tam anlamıyla iyileşen ve sahalara dönen varsa da ben henüz okumadım. En iyi rehabilite koşulunda bile bu insanlar ömürleri boyunca tıpkı bir alkolik, obez vs gibi sürekli dürtüleriyle (nefis de denebilir belki?) mücadele etmek zorundalar.
Ayrıca da kimse kusura bakmasın, ırzına geçilmiş bir çocuğun paramparça olan dünyasına hem de defalarca şahit olduktan sonra o tecavüzcünün yok efendim evlilik hayatı varmış yok efendim insan haklarıymış zerre kadar umrumda olmuyor benim. Zaten bu lakırdıları edenler dikkat ediyorum, erişkinlerle çalışan uzmanlar. İster istemez tecavüzü yapanla empati yapıyorlar. Yapsınlar, mümkün ise tedavi de etsinler, buna ne itirazımız olabilir?
Gelelim Hülya Hanım’ın haklı olarak defalarca “peki çocuklarımızı nasıl koruyalım?” içerikli serzenişli yorumlarının cevabına…
Önce şunu içtenlikle söylüyorum; Allah hiç kimseye bunu yaşatmasın…
Kız ya da erkek, çocuklarımıza eğitim vermekle yükümlüyüz arkadaşlar. Ve bazı sebeplerden dolayı bizim toplumumuzda cinsel eğitim ne yazık ki diğer konular kadar ebeveynlerin önemsediği bir başlık değil. Kendi yetiştiriliş tarzımızdan dolayı zaten cinsel konular hakkında sağlıklı olarak konuşamayan bireyler olarak “eyvah ben şimdi nasıl anlatacağım ne diyeceğim” paniğine kapılan çok anne baba tanıdım.
Eğer merak eden olursa buna daha teferruatlı olarak ilerleyen yazılarda mutlaka değinirim.
Şimdi gelelim çocuklarımıza kendilerini korumayı nasıl öğreteceğimize.
Öncelikle şunu bilmenizde fayda var; zeka geriliği veya sınır zeka düzeyinde olup da yaşıtlarıyla kaynaşabilen çocuklar öncelikle risk altında. Bu yavrular nereden tehlike geleceğini anlayamıyor ve olan biteni muhakeme edemiyorlar. Hal böyle olunca hem yetişkinlerin hem de davranış bozukluğu gösteren büyük çocukların hedef tahtasında olabiliyorlar. Bu koşullardaki çocukların mutlak surette sürekli anne-baba gözetiminde olması, okulda öğretmenleri tarafından göz ucuyla da olsa her daim izlenmesi ve bıkıp usanmadan kendini nasıl koruyacağının anlatılması gerekiyor. Bir sefer anlatmak yetmez, sürekli yinelenmeli.
Bir diğer grup zeka sorunu olmayan ancak Dikkat Eksikliği Hiperaktivite Bozukluğu, Özgül Öğrenme Güçlüğü gibi çocuğun sosyal çevresine uyumunu ve sebep-sonuç ilişkisi kurmasını zorlaştıran zihin yapısındakiler.
Örneğin Pepecan’ın öyküsünde benzer bir tablo çıktı karşıma. Normalin alt sınırında (yani aslında normal) zekadaki çocuk büyük ihtimalle Dikkat Eksikliğinden muzdarip. Yeni tanıdığı çocuklarla uzaklara gidiyor, asla ikramını kabul etmemesi gereken bir yabancının davetine hayır diyemiyor, arkadaşlarının o içerideyken gittiklerini çok sonra fark ediyor ve uysal yapısı nedeniyle de 62 yaşındaki bir adamın sapık ve hastalıklı isteklerine hayır diyemiyor.
Peki ne yapalım?
1. Çocuklara bedenlerinin çok özel olduğunu, tuvalet ve banyolarında bile yardım gerektiğinde annelerinden başkasının kesinlikle dokunmaması gerektiğini öğretin.
2. Soru sormaya başladıklarında çocuklar için olan resimli kitaplardan faydalanarak kendi cinsiyetini ve karşı cinsiyetini anlayabileceği dille anlatın. Her soruda paniğe kapılmayın.
3. Çocukların cinsel organlarla ilgili merakları ve mastürbasyon tarzı kendini rahatlatma davranışlarının yetişkinlerin cinsellikten anladıklarının aynı olmadığını aklınızdan çıkarmayın. Çocuklar cinsel tatmin için değil, kendisini uyarmak, can sıkıntısıyla baş etmek ve kendini yatıştırmak için mastürbasyonu keşfeder ve yapmayı sürdürürler. Uygun bir dille doğru olmadığını söyleyin, sakin olun ve ille yapacaksa ortalıkta yapmaması gerektiğini, odasına gitmesini söyleyin (doğru okudunuz!)
Bu neden mi önemli? Çünkü yaşları birbirine yakın olan çocukların merak motivasyonlu bakmaları, ellemeleri vb davranışları tekmili birden “taciz” olarak nitelendirilmemelidir de ondan.
4. Çocuklarınızı itiraz etmeyen, çok uslu ve kim olursa olsun büyüklerinin sözünü dinleyen bir kalıba oturtmaya çalışmayın. Unutmayın ki çocuğa kötülük etmek isteyen bir yetişkin tatlı dille, kandırmak için hareket edecek ve ensesine vur lokmasını yut çocukları tercih edecektir. Hakkını arayan bir çocuk bunu ancak evde öğrenebilir. Ona bir birey gibi davranın, kıyafet seçimi, yemek, oyuncak tercihi gibi onun karar vermesinde sakınca olmayan konularda fikrini sorun, kararlarına saygı duyun, ÇOCUĞUNUZUN HER İSTEDİĞİNİ ASLA YAPMAYIN ve etkili ve adil bir şekilde ödül-ceza kullanın.
5. Yabancılarla konuşmamayı, yabancıların verdiklerini yiyip içmemeyi tembihlediğiniz kadar, yabancı olmayanlar için de eğer ona dokunan, bedenine bakmak isteyen olursa gelip size anlatmasını isteyin. Baskıcı ve fazla otoriter ebeveynleri olan çocuklar her sıkıntılarını gelip anlatamaz ve ya saklama ya da yalan söyleme eğilimi sergileyebilirler.

Son olarak da lütfen unutmayın sürekli “ya başıma gelirse” korkusuyla yaşanmaz. Ve sakınan göze çöp batar. Eğitiminizi verin, tedbirlerinizi alın ve kabus gibi çocukların üzerine çökmeyin. Disiplinli olmak iyidir. Arkadaş anne-baba olmak saçmalıktan başka bir şey değil. Anne ve baba olun; dışarıda bir sürü arkadaşları olacak zaten. Anne ve babayı edebiyatta “yıkılmaz birer dağ” gibi betimleyenler muhakkak ki arkadaşça anne-baba tarafından büyütülmemiştir. Yakın olun, sevgi dolu olun, ki bu sayede her sıkıntısını gelip anlatabilsin ama her zaman kurallı olun.
Haydi selametle…

31 Temmuz 2012 Salı

Ve kader ağlarını örüyordu


Tam olarak şöyle oldu; önce “üç harfli” aradı.
“Mineciğim,”
(Söyle canıığğğm) Demedim öyle tabi…
“… Burası önce gözüme iyi görünmüştü ama içime bir türlü sinmedi. Senin orada bir yer bakmıştık ya, orayı bir arasak da bugün tekrar bir görüşsek diyorum işin yoksa?”
(Kafamda kımıl kımıl sorular, neden birlikte bakıyoruz? Acaba ben yanında olayım diye mi istiyor yoksa emzikten kesilmiş bebe kıvamında kendine bir anne figürü bulup yapışası mı var?)
“Akşam olabilir aslında.”
“İşin varsa ben de giderim aslında…”
(Anladı adam işte kaz kafalılık etme !)
“Yok canım, aşk olsun, işim olsa bile iptal ederim senin için, arkadaşım benden bir şey istemiş kırk yılın başı…” (Psikolog olmak zor zenaat)
“Eksik olma canım ya…”
(O son canım’daki vurgunun babacanlığını sevmedim ama neyse…)

Sonra geldi…
Gittik o kiralık ev-ofis olarak tutmak istediği daireye. Pazarlık yaptık. Tuttuk.
Şaka gibi değil mi?
Laf arasında şeytan dürttü sordum, “Nefertiti öbür tarafı çok mu beğenmişti, anlata anlata bitiremedi” diye.
“Ya güzeldi aslında ama muhit içime sinmedi, çok iş yeri var gibiydi çevrede, ben böyle biraz merkezi olsun, mahalle havası olsun istiyorum.”
(Mahalle derken?)
“Yani mahalle derken Perihan Abla’nınki gibi değil elbette; ama daha çok mesken olsun etrafım istiyorum. Eski alışkanlıklar Mine, kolay bırakılmıyor, büyüdüğüm semti, evimizi her gittiğim yere götürmek gibi bir arzum var galiba?”
“Güzel bir aile öykün var demek ki?”
Tam ben ayaklarım yerden on santim havada yürürken kim arasa beğenirsiniz?
… Bey !!! Necibe’nin ruh hastası ruh doktoru.
Tüm Kenan Pars’lığıyla, “Nasılsınız Mine?”
Sırası mı arkadaş? Sırası mı şimdi? “Sağ olun siz nasılsınız?”
Sanki ben gerçekten nasıl olduğunu merak ediyormuşum gibi ukalaca tamam uzatma der gibi acele bir “sağol sağol”un ardından “Arkadaşını sağ salim taburcu ettik bugün.”
“Biliyorum ben aldım sabah gelip.”
“Gözün aydın.”
“Teşekkür ederim. Elinize sağlık.” (Ne denir ki başka)
“Mine artık aramızda doktor-hasta mahremiyetini akla getirecek bir ihtimal kalmadığına göre seni rahatlıkla yemeğe çıkarabilirim. Nereye gitmek istersin?”
(Çüşşş!)
“Hiç gerek yok … Bey, yardımlarınız zaten ziyadesiyle yetti, zahmet etmeyin, gerçekten…”
“Ahahahahahahahahahahahahahaha ne zahmeti yauuuuu?”
(Allah’ım sen sabır ver)
Bir taraftan da Can bekliyor yanımda gözünü dikmiş…
Sonra ararım diyip zorla kapattım telefonu; çattık!

Her neyse, benim sevgili “üç harfli”m iki yan apartmana taşınıyor. Hem de yarın!!!!
Evet biliyorum hayatımda pek çok yeni duruma sebep olacak bu ve Ramazan bittikten sonra muhtemeldir ki çoğu geceler kendimi şişelerin dibine vuracağım ama olsun, şimdiden içim kıpraştı !
Bu herif çok çapkındı çok… 

30 Temmuz 2012 Pazartesi

Ve Necibe çıkar


Bu sabah Necibe’yi hastaneden çıkardık, eve getirdik. Fena görünmüyor sanki ama yine de tetikteyiz apartmanca. Herkes tembihli. Belli aralıklarla kontrol ediliyor, kahveye, sohbete ve “senin balkon da eser şimdi ne güzel”e gidiliyor. Yemeklerden Müjde sorumlu. Tam bir Perihan Abla seti halindeyiz, Allah sonumuzu hayretsin.
Önceki atak ve hastaneye yatışlarından dolayı hepimiz artık deneyimli birer “bipolar bekçisi” kesilmiş haldeyiz. O da ne diyecek olursanız, Manik-depresif (yani bipolar) hastaların manik dönemde neler yapabileceklerine dair fikri olan ve daha önce olanların bir daha olmasına izin vermeme konusunda hemfikir bir tür gizli dayanışma cemiyeti gibi de düşünebilirsiniz.
Size bahsetmiş miydim Necibe ortadan kaybolmadan hemen önce, yani yaklaşık bir yıl önce bir sabah kapım çalındı ve kapıda iri kıyım, saçlı sakallı bir adam belirdi. Tedirgin oldum haliyle. Çünkü o saatlerde kendimi o semtte emniyette hissetmemde büyük pay sahibi olan girişteki lokantanın sahibi Diyarbakırlı komşum henüz gelmemiş olur ve birinci kattaki sürücü kursunun çalışanları da af edersiniz yaralı parmağa işemezler.
“Ben Minanım’ı arıyorum” dedi iri kıyım, saçlı sakallı adam.
“Buyrun?” dedim.
“Kendisi yok mu?” dedi.
“Mine benim neden arıyorsunuz?” dedim.
“Ben siz Mine’yi değil diğerini arıyorum bana bu adresi verdi,” dedi.
Minik ampuller yandı o sırada kafamda, yanmadı desem yalan. Ama tam emin olamadım; “Hangi Mine’yi arıyorsunuz?”
“Doktor muymuş neymiş, öyle söyledi, bu adresi verdi, gel sabah beni gör dedi, sizden daha uzunca, gırmızı saçlı..” dediği an tam olarak uyandım.
“Bakın galiba bir yanlış anlama var, burası benim evim, Mine benim ve de doktor değil ama psikoloğum. Sizi yanıltmışlar.”
“Nasıl olur!!!” diye hiddetlenmesin mi?
“Sakin olmazsanız polis çağıracağım, kendinize gelin!” dedim.
Bu sefer de çam yarması gibi adam ağlamaya başlamasın mı kapımda? Ben zaten uyku sersemi, olanlara bir anlam veremiyorum, bir de kapıma dayanmış ağlayan bir Şahin K!
“Benim o Mine’yi bulmam lazım” diyerek ağlıyor.
“Siz kimsiniz beyefendi, ne oluyor?” dedim.
Hemen gömleğinin cebinden ehliyetini, kimliğini ve meslek kartı gibi bir şey çıkardı panikle. Adını soy adını söyledi. Kamyoncular federasyonuna bağlıyım, kamyon şoförüyüm, yola çıkacağım, yüküm var … bir şeyler saymaya başladı.
Doğru mu anlıyorum acaba diye bir süre durup baktığımı hatırlıyorum. O kadar sinirlenmiştim ki Necibe’nin hem benim adımı hem de adresimi bir de kağıda yazıp da hiç tanımadığım bir kamyoncunun eline tutuşturmasına;
“Sizin aradığınız kadın’ın adı Necibe, alt komşum olur, böyle münasebetsizlikler hep yapar, bekleyin inip birlikte çalalım kapısını,” dedim, ceketimi omzuma atıp anahtarı kapıdan çektiğim gibi bir hışımla aşağı indim ki o da ne? Kapı duvar!
Bir gece önce şehir dışı sayılacak bir yerde müzikhol, pavyon gibi saçma sapan bir yerde Necibe bu adama rastlıyor, olmadık yalanlarla doktor olduğuna, arabası bozulduğu için otostop yapmak zorunda kaldığına adamı inandırıyor, kendini bilmem nereye bıraktırıyor. Artık başka ne halt ediyor bilemiyorum, sonra da ben evi taşıyacağım, hafta sonu gel sen taşı diyor, adamı kandırıp üzerindeki paraları alıyor (yanlış hatırlamıyorsam 800 TL civarı bir para) ve ardından sırra kadem basıyor.
Dolayısıyla Necibe geri döndüğünde neden o kadar sinirli olduğumu bilmem artık anlatmaya gerek var mı? Adam baktım her sabah kapıya dayanacak, parasını ödedim, polise şikayet etmemesi için rica minnet ikna ettim.
Şimdi yazarken sanki başka bir hayatta olmuş gibi uzak geliyor o günler. Ama öfkem resmen burnumdan çıkıyordu. Vay be… 
O yüzden tedbirliyiz…

29 Temmuz 2012 Pazar

Çocuk tecavüzleri


Pek çok insanın benzer ya da farklı konularda kırmızı çizgileri olabilir hayatta. Benim az sayıdadır; ama çocuklara yönelik cinsel ve fiziksel saldırılar bunlardan bir tanesidir. Nazarımda bahanesi, telafisi, affedilmesi mümkün olmayan bir suçtur. Aksini düşünen varsa hayatında sadece bir tane bu sebeple mağdur olmuş bir çocukla tek bir görüşme, ailesi ile on dakika oturup sohbet etmesini öneririm.
Bu arada konusu açılmışken bu konudaki çok çarpıcı ve dünyada çok satanlar listesinde de epey kalan bir kitap olan Uçurtma Avcısı’nı öneririm. Çok başarılıdır…
Cinsel mağduriyeti olan, çocuk ya da erişkin fark etmez, kişilerle çalışmak çok incelik ister.
Adli psikoloji boyutunda olmak ayrı zordur, sonrasındaki sağaltım pozisyonunda bulunmak ayrı zordur.
Hiçbirinizin asla karşılaşmamanızı dilerim…
Ama bazı konularda bilgi sahibi olmakta fayda olabilir…
Her detayı burada yazmak elbette işlevsel olmaz.
Böyle bir durumda en önemli olan nokta zaten kendisini yeterince suçlayan mağduru bir de sizin suçlamamanızdır. Yani “orada ne işin vardı, neden gittin, nasıl anlayamadın, kuyruk mu salladın” türünden sorular büyük hata olur. Hiç kimse isteyerek kendisine böyle bir işkence yapılmasına izin vermez. Pepecan’ın annesinde olduğu gibi çocuğa duyulan büyük öfke ve “senin orada ne işin vardı nasıl anlamazsın” soruları aslında doğrudan kadıncağızın çocuğunu koruyamadığı için kendisine duyduğu öfkeydi ama bazı sebeplerden dolayı oğluna yansıtılmıştı.
Büyük olasılıkla zaman içinde bu suçlamaların kendi kendisine yönelmesi yani adresini bulması ve ardından belirecek bir depresyon o kadın için pusuda beklemekte şu an.
Öğrenir öğrenmez mutlak surette, ne olursa olsun polise gitmek zorundasınız. Bu cümle sizi şaşırtmasın çünkü ensest vakalarının önemli bir kısmında ayıbın aile içinde kalması gerektiğinden hareketle adli merciler bilgilendirilmeyebiliyor.
Hele hele baba tarafından yapılan bir taciz durumunda, bunu söylediğim için üzgünüm ama, anneler şimdi burada dinamiklerini anlatması pek kolay olmayan bir şekilde suç ortağı haline gelebiliyor. Tabi bunu asla polise veya hakime karşı kabul etmiyorlar ama konuya detaylı olarak vakıf olursanız sessiz kalma, göz ardı etme, göz yumma gibi davranışlar sık karşılaşılan durumlardan olduğunu görebiliyorsunuz.
Mağdura sahip çıktınız, ona “bu senin suçun değil” dediniz, hemen polise veya doğrudan savcılığa başvurdunuz. Peki ya sonra?
Sonrasında pek çok sorgulama ve muayene aşamaları var. Bunları göze almalı ve her aşamasında sizden çok daha fazla acı çekmekte olan mağduru yalnız bırakmamalı, onu desteklemeli ve ona “her şey yoluna girecek” mesajı vermelisiniz. Sonra mahkeme süreci başlayacak tabi…
Çocuğun mahkemelere katılmaması ve zanlı ile karşılaşmaması daha uygundur.
Ancak iş bununla bitmez. Travmanın izlerini olabildiğince iyileştirmek için bir profesyonelden, hastaneden, uzmandan yardım almanızda fayda vardır. Neden izleri silmek değil de iyileştirmek tabirini kullandığımı düşünecek olursanız profesyonel yardımın gerekliliğini biraz daha net görebilirsiniz.  En iyi ihtimalde dahi o izleri silmek mümkün olmayacaktır zira.
Böyle bir yaşantının çocuğun cinsel kimliğini, kişilik gelişimini, özgüvenini, hayata ve insanlara bakış açısını, kuracağı ikili ilişkilerde bürüneceği rolü bütün bunları olabildiğince yoluna koymak gerekir. Çünkü tüm bu saydıklarım ve şimdi burada değinmediğim pek çok daha başkası da risk altındadır.
İtiraf etmek gerekirse kendi mesleğimin en çok bu tür durumlarda bir işe yaradığını düşünerek kendimi teskin ettiğim çok olmuştur.
Çünkü özel sektörde olup da parası olanın gelebildiği bir muayenehanede ister istemez evlilik sorunları, aşk acısı vb pek çok aslında bir psikoloğun çok da lazım olmadığı konuda çalışmak zorundayım. Açıkçası zaman zaman uğraştığım iş saçmalaşıp anlamsızlaşabiliyor. Ağrı kesici muamelesi görmek bazen can sıkıcı olabiliyor.
Çünkü insan acı çeker!
Çünkü insan acı çekerek acılara dayanmayı öğrenir.
“Minaanım canım çok yanıyo, onu unutamıyorum, bilmem kime sırılsıklam aşığım bana karşılık vermiyoo!”
İyi de ben ne yapayım?
Merak etmeyin onlara da aynı şeyi söylüyorum.