“Merhaba nasılsınız Mine Abla?”
“A-aaa! Hoş geldin, ne zaman geldin sen?”
“Çok olmadı, rahatsız etmek istemedim ama annem illa gir diye ısrar
edince… kusuruma bakmayın.”
“Olur mu hiç öyle şey! Ne kusuru aşk olsun, vallahi darılırdım buraya
gelip de bana bir merhaba demesen. Gel otur bakalım, nasılsın? Neler
yapıyorsun?”
Geçti karşıma. Konuşurken utancından yanakları kızarıyor, gözleri
çoğunlukla yerde, nasıl mahcup nasıl nazik…
“Nasıl olayım Mine Abla, babaannem biraz hasta bu aralar, sürekli onun
başındayım. Bir yandan da sınava çok az kaldı malumunuz…”
Müdanaanım’ın üniversite sınavına girecek olan, babası ve babaannesi
tarafından senelerce köşe bucak kaçırılıp saklanarak annesine gösterilmeyen
oğlu. Ufak tefek, zayıf, narin yüzlü, ürkek bakışlı bir delikanlı. Size tam
olarak örnekleyemeyeceğim ve somutlaştıramayacağım bazı hareketleri, ne bileyim
bir anlık bakış, elinin bir sallanışı, bedeninin duruşudaha önceki karşılaşmalarımızda
da bazı şüphelere yol açmıştı bende. Öyle efemine bir çocuk değil. Ucuz tv
skeçlerindeki taklitler gibi kırılıp dökülmesi asla yok. Ama işte bizdeki de
kaç senelik mesleki deneyim. Artık benimki farklı bir göz müsaade ederseniz.
Eder misiniz?
Diyeceksiniz ki, hadi haklısın, ne olmuş yani? Bunu diyenler çıkacaktır…
Olacağı şu, kendisinin de bunun farkında olup olmadığını bilmediğim için, olası
bir yaşam krizinin başlamasına seyirci kalmış olacağım.
Berbat bir ikilem.
Doğrudan sorup da afedersiniz eşeğin aklına karpuz kabuğu düşürmenin
alemi yok. Hele hele Müdanaanım’a değil konuyu açmayı, şöyle ucundan çıtlatacak
olsam, kadıncağızın mevsimlik migren krizlerine grip, rambo gibi kafasına
fularını bağlayıp sıkması ve o baş ağrısı geçene kadar ortalıkta öyle dolanması
işten bile değil. (Bu arada artık bu yazıları okumuyor, nöroloğu bilgisayar ve
tv ekranına bakmasını bir süre kati surette yasakladı, o yüzden rahatça
yazabiliyorum)
Müdanaanım eşinden ilk ayrıldığında henüz çocukları yokmuş. Olmuyormuş. “Tüp
bebeğe ikna edemedim, ne belli benden olacağı dedi de başka şey demedi” diyor
eski kocası için. Katışıksız sığır. Kusura bakmayın ama başka bir teşbihte
bulunamadım.
Sonra bir müddet ayrı kalmışlar ve ne hikmetse “ille barışalım” diye
kapısında yatıp kalkmaya başlamış kocası olacak!
Bana sorarsanız, adam karısı ve karısının davranışlarını, tavırlarını
haklı veya haksız hakkında çıkan söylentileri kabullenemeyen, “ben ölmeden
katiyyen olmaz!” diyen anası arasında kalmış olabilir. Gidip gelmeleri, bir sevip
bir hastanelik edecek raddede dövmeleri içindeki güçlü bir çatışmanın bariz
göstergesi.
Bu kez şart koşmuş Müdana, “tüp bebek için doktora gidilecek!” İstemeye
istemeye kabul etmiş adam. Ve beklenen sonuç: Müdana gebe kalmış.
Fakat oğlan daha üç yaşını doldurmadan tekrar araları bozulmuş ve adamla
anası çocuğu da aldıkları gibi sırra kadem basmışlar. Boşanma davası vs derken
kalmış bizimki bir başına. Peşlerine düşmüş, araya akrabaları, hatırlı
insanları sokmuş, aklına gelen tüm yolları denemiş ancak oğlan 15 yaşına gelene
kadar sadece 3 kez görüştürmüşler. Sonra artık adamın anası yaşlandığından
mıdır nedir, bir de bizimki el işinden biraz para da kazanır olmuş, “tamam”
demişler, “arada bir görüşün bari.”
Bu hikayeyi değil burada yazarken, Müdanaanım bana anlatırken bile bütün
tüylerim diken diken oluyor. Kendimi onun yerine koymadan ve o babaanne olacak
cadalozun ümüğüne yapışmak için canhıraş bir motivasyon hissetmeden
yapamıyorum.Çünkü bana soracak olursanız hiçbir boşanma sebebi –eğer karşı taraf
doğrudan çocuğa cinsel/fiziksel istismarda bulunmamışsa- bir çocuğu
ebeveynleriyle görüşmekten alıkoymamalı. Kaldı ki bir cinsel/fiziksel
istismarda bile belirli koşullar sağlanarak, çocuğun görüştürülmesi mümkündür.
Anne ve baba arasında onların bireysel hırsları ve çamurdan mayaları
nedeniyle ayyuka çıkan didişmeleri yüzünden çocuklar zarar görmemeli. Maalesef
ülkemizde genelde bunun tersine rastlıyoruz. Ülkemizde deyişimin sebebi, başka
bir yerde bu tür ailelerle karşılaşma fırsatımın olmaması. Belki diğer
ülkelerde de benzer yaşantılar vardır bilemiyorum ama bizdeki durumun vehameti
inanın bana AB’ye girmemek için tek başına yeterli olabilecek düzeyde.
Görünmeyen, duygusal bir şiddet boşanan ebeveynlerin çocuklarının maruz
kaldıkları. Ay deliricem! Bak sinir bastı! Tövbe estağfurullah…
Seneler sonra annesinin kokusunu, tenini, huyunu suyunu bilebildi bu
çocuk. Ona bakarken ister istemez hüzünleniyor ve varlığı acayip derecede beni
geren bir merhamet duyuyorum.
Eğer cinsel yönelimi hakkında haklı isem, ortaya çıkması an meselesidir.
Zira önümüzdeki yıl üniversiteye başlayacak ve hem reşit olmanın hem de
üniversite ortamının vereceği özgürlükle kendisini frenlemesi için fazla sebebi
kalmayacak…
2 yorum:
Hayırlısı gerçektende..
Benzer durumlar çoğalmaya başladı. Sosyolojik çözümlemesi nedir? Toplumsal niteliği nedir? Genetik fonksiyonlar ne kadar devrededir?...
Söylenebilecek pek bişey yok..
Yorum Gönder