11 Haziran 2012 Pazartesi

Bir delikanlı


“Merhaba nasılsınız Mine Abla?”
“A-aaa! Hoş geldin, ne zaman geldin sen?”
“Çok olmadı, rahatsız etmek istemedim ama annem illa gir diye ısrar edince… kusuruma bakmayın.”
“Olur mu hiç öyle şey! Ne kusuru aşk olsun, vallahi darılırdım buraya gelip de bana bir merhaba demesen. Gel otur bakalım, nasılsın? Neler yapıyorsun?”
Geçti karşıma. Konuşurken utancından yanakları kızarıyor, gözleri çoğunlukla yerde, nasıl mahcup nasıl nazik…
“Nasıl olayım Mine Abla, babaannem biraz hasta bu aralar, sürekli onun başındayım. Bir yandan da sınava çok az kaldı malumunuz…”
Müdanaanım’ın üniversite sınavına girecek olan, babası ve babaannesi tarafından senelerce köşe bucak kaçırılıp saklanarak annesine gösterilmeyen oğlu. Ufak tefek, zayıf, narin yüzlü, ürkek bakışlı bir delikanlı. Size tam olarak örnekleyemeyeceğim ve somutlaştıramayacağım bazı hareketleri, ne bileyim bir anlık bakış, elinin bir sallanışı, bedeninin duruşudaha önceki karşılaşmalarımızda da bazı şüphelere yol açmıştı bende. Öyle efemine bir çocuk değil. Ucuz tv skeçlerindeki taklitler gibi kırılıp dökülmesi asla yok. Ama işte bizdeki de kaç senelik mesleki deneyim. Artık benimki farklı bir göz müsaade ederseniz. Eder misiniz?
Diyeceksiniz ki, hadi haklısın, ne olmuş yani? Bunu diyenler çıkacaktır… Olacağı şu, kendisinin de bunun farkında olup olmadığını bilmediğim için, olası bir yaşam krizinin başlamasına seyirci kalmış olacağım.
Berbat bir ikilem.
Doğrudan sorup da afedersiniz eşeğin aklına karpuz kabuğu düşürmenin alemi yok. Hele hele Müdanaanım’a değil konuyu açmayı, şöyle ucundan çıtlatacak olsam, kadıncağızın mevsimlik migren krizlerine grip, rambo gibi kafasına fularını bağlayıp sıkması ve o baş ağrısı geçene kadar ortalıkta öyle dolanması işten bile değil. (Bu arada artık bu yazıları okumuyor, nöroloğu bilgisayar ve tv ekranına bakmasını bir süre kati surette yasakladı, o yüzden rahatça yazabiliyorum)
Müdanaanım eşinden ilk ayrıldığında henüz çocukları yokmuş. Olmuyormuş. “Tüp bebeğe ikna edemedim, ne belli benden olacağı dedi de başka şey demedi” diyor eski kocası için. Katışıksız sığır. Kusura bakmayın ama başka bir teşbihte bulunamadım.
Sonra bir müddet ayrı kalmışlar ve ne hikmetse “ille barışalım” diye kapısında yatıp kalkmaya başlamış kocası olacak!
Bana sorarsanız, adam karısı ve karısının davranışlarını, tavırlarını haklı veya haksız hakkında çıkan söylentileri kabullenemeyen, “ben ölmeden katiyyen olmaz!” diyen anası arasında kalmış olabilir. Gidip gelmeleri, bir sevip bir hastanelik edecek raddede dövmeleri içindeki güçlü bir çatışmanın bariz göstergesi.
Bu kez şart koşmuş Müdana, “tüp bebek için doktora gidilecek!” İstemeye istemeye kabul etmiş adam. Ve beklenen sonuç: Müdana gebe kalmış.
Fakat oğlan daha üç yaşını doldurmadan tekrar araları bozulmuş ve adamla anası çocuğu da aldıkları gibi sırra kadem basmışlar. Boşanma davası vs derken kalmış bizimki bir başına. Peşlerine düşmüş, araya akrabaları, hatırlı insanları sokmuş, aklına gelen tüm yolları denemiş ancak oğlan 15 yaşına gelene kadar sadece 3 kez görüştürmüşler. Sonra artık adamın anası yaşlandığından mıdır nedir, bir de bizimki el işinden biraz para da kazanır olmuş, “tamam” demişler, “arada bir görüşün bari.”
Bu hikayeyi değil burada yazarken, Müdanaanım bana anlatırken bile bütün tüylerim diken diken oluyor. Kendimi onun yerine koymadan ve o babaanne olacak cadalozun ümüğüne yapışmak için canhıraş bir motivasyon hissetmeden yapamıyorum.Çünkü bana soracak olursanız hiçbir boşanma sebebi –eğer karşı taraf doğrudan çocuğa cinsel/fiziksel istismarda bulunmamışsa- bir çocuğu ebeveynleriyle görüşmekten alıkoymamalı. Kaldı ki bir cinsel/fiziksel istismarda bile belirli koşullar sağlanarak, çocuğun görüştürülmesi mümkündür.
Anne ve baba arasında onların bireysel hırsları ve çamurdan mayaları nedeniyle ayyuka çıkan didişmeleri yüzünden çocuklar zarar görmemeli. Maalesef ülkemizde genelde bunun tersine rastlıyoruz. Ülkemizde deyişimin sebebi, başka bir yerde bu tür ailelerle karşılaşma fırsatımın olmaması. Belki diğer ülkelerde de benzer yaşantılar vardır bilemiyorum ama bizdeki durumun vehameti inanın bana AB’ye girmemek için tek başına yeterli olabilecek düzeyde. Görünmeyen, duygusal bir şiddet boşanan ebeveynlerin çocuklarının maruz kaldıkları. Ay deliricem! Bak sinir bastı! Tövbe estağfurullah…
Seneler sonra annesinin kokusunu, tenini, huyunu suyunu bilebildi bu çocuk. Ona bakarken ister istemez hüzünleniyor ve varlığı acayip derecede beni geren bir merhamet duyuyorum.
Eğer cinsel yönelimi hakkında haklı isem, ortaya çıkması an meselesidir. Zira önümüzdeki yıl üniversiteye başlayacak ve hem reşit olmanın hem de üniversite ortamının vereceği özgürlükle kendisini frenlemesi için fazla sebebi kalmayacak…
Neyse ne diyelim, hayırlısı….

2 yorum:

Uyuşuk Hayalperest dedi ki...

Hayırlısı gerçektende..

Anıl Özer dedi ki...

Benzer durumlar çoğalmaya başladı. Sosyolojik çözümlemesi nedir? Toplumsal niteliği nedir? Genetik fonksiyonlar ne kadar devrededir?...

Söylenebilecek pek bişey yok..