15 Mayıs 2012 Salı

Salı

Müdananım sabah bir telaş geldi odama; “Minanım yine Tokmak Bey aradı. Bugün mutlaka göreceğim, çıkıyorum yola dedi, ne yapacağız şimdi?”
Baktım yüzüne bir süre. O böyle paniğe kapıldığında durur ve sakince yüzüne bakarım. Yaklaşık dört saniye sonra yüz hatları gevşemeye başlar. Önceleri şaşırıp, kızarıyor ve yanlış bir şey söyledi de ben kızdım, o yüzden suratına bakıyorum diye utanırdı. Alıştı bana zamanla. Şimdi gevşiyor sadece.
“Var mı bugün boş bir aralık?” diye sordum.
“Hayır yok.”
“Ne yapacağız öyleyse?”
“Ben de onu soruyorum Minanım ne yapacağız?”
“Bir çay ikram edersin, açsa aşağıdan sandviç söylersin sonra da güle güle dersin. Başka yapılabilecek bir şey var mı?”
“Yok değil mi?”
Sosyal çevremi o kadar daralttığım halde yine de sınırlarımı zorlamayacak ve beni stres altına sokmayacak bir çevre, bir hayat kuramadım kendime. Bakınız –yok değil mi?- sorusu. Olmadığını biliyor. Ama bir esneklik olabilir mi acaba diye bu kıvranması.
“Hayır yok Müdananım.”
“Peki.”
Oysa kurallar ve sınırlar insanın hayatını kolaylaştırmak içindir. Bir sıkıntı anında esnetip esnetemeyeceğini düşünerek bünyeye stres hormonu pompalansın diye değil.
Diğer hastalarda böyle yapmıyor. Bu Tokmak Bey kadıncağızda nasıl bir transferansa* neden oluyorsa artık, telefonda her sesini duymada soluğu odamda alıyor. “Tokmak Bey randevu için aradı, Tokmak Bey size geribildirim vermek için aradı, hasta çıkınca geri döneriz dedim, Tokmak Bey en yakın ne zaman gelebilirim diye soruyor…”
İlginç bir tiplemedir Tokmak Bey. Tam bir nevrotiktir. Amasra’da balıkçılıkla geçinen bir ailede büyümüş, şimdi de orta ölçekli bir balık lokantasının işletmecisidir. Kulağa fena gelmiyor değil mi? Ancak siz herhangi bir kanıya kapılmadan şunu da belirteyim; kendisinde balık da dahil olmak üzere her türlü deniz canlısına karşı fobi var. Ayağına yosun değecek diye yedi yaşından bu yana denize girmiyor. Zor bir hayat… Bir ara anlatırım hikayesini.

Hiç yorum yok: