14 Mayıs 2012 Pazartesi

Pazartesi

Tuhaf tuhaf rüyalar...
Büyüdüğüm evdeyim. Daha doğrusu evde değil de o evin bulunduğu apartmanın arka bahçesinde. Arka bahçe denince duracaksın! Önemli bir simgedir bilinçaltı için arka bahçe fenomeni. Görünmeyendir. Varlığı bilinen ama kullanılmayandır. En son ne zaman ne sebepten yolunun düştüğünü bile hatırlamadığındır belki.
Çocukken oynardık oralarda.
Saklambaç, evcilik oynar, taş, yaprak ıvır zıvır toplamaya giderdik. Oldukça geniş bir apartmanın arkasını olduğu gibi düşünün ben bunları anlatırken. Bazen ateş yakardık Mahmut Amca bizi yakalayana kadar. Top oynardık beton dökülmüş bölmelerde. Zamanla buraların ekonomik değeri keşfedildi, birer cam takıldı ve her bir bölme büyük, geniş tavanlı birer dükkan haline geldi. Zaten büyümüştük bunlar olurken. Oyun hayatımızdan çoktan çıkmıştı.
Oradaydım rüyamda. Neredeyse insanın beline kadar gelen fakat kuruyup sararmış ve ya rüzgardan ya da oradan geçenlerin etkisiyle yan yatmış otlar vardı.
Korkuyordum. İçimde belirgin bir korkuyla yürüyordum otların arasında. Aklımda ne kadar uzun zamandır oradan geçmediğim vardı. Ve şaşkındım biraz da. Bu kadar ot ve bu kadar uzamasına fırsat verilmiş, sararmış ot burada ne arıyor diye düşünüyordum. Ve korkuyla yürürken birden oradaki vahşi hayvanları hatırlıyordum. Korkum daha da artıyor, etrafa daha dikkatli bakmaya başlıyordum. Tek başına mıydım? Belki yanımda korumam gereken birisi daha olabilir, emin değilim şimdi.
Etrafa daha dikkatli bakmamla sararmış uzun otların arasından bakan vahşi gözleri görmeye başlıyordum. Tilki, çakal belki... Cinsini bilmediğim vahşi kediler...
Ve fonda içimden hiç çıkmayan o korku.
Büyüdüğüm apartmanın arka bahçesindeyim, bel hizasında uzun, sık ve sararmış otlar var, korku içindeyim ve etrafta vahşi hayvanların varlığını fark ediyorum. Yolun tam ortasındayım. Geri dönmek ve devam etmek arasında güvenliği sağlamak açısından hiçbir fark yok. O kadar ortasındayım.
Duraklamıyor ve yavaş yavaş, hayvanları ürkütmemeye çalışarak yürüyorum. Her adımda otların arasından ne çıkabileceğine dair daha belirgin bir endişe taşıyorum.
Az sonra korkulan oluyor ve çenesi tuttuğunu koparacak güçte, vahşi, öfkeli ve saldırgan bir köpek beliriyor. Daha doğrusu şu an düşününce bu yaratığa köpek diyorum ama rüya sırasında onu karşımda görünce herhangi bir sınıflamaya tabi tuttuğumdan emin değilim. Tamam diyorum içimden. Bu son. Burası son nokta. Çünkü o saldırgan ve vahşi yaratıktan kaçıp kurtulmanın, bana saldırmadan yanından geçip gitmenin bir yolu yok. Birden az önce beliren vahşi kediler bile evcil görünüyor gözüme.
Sonra bakıyorum o vahşi yaratığa. Üzerine doğru çok yavaş adımlarla gidiyorum. Orası artık son nokta. Geri dönmek de kaçmak da mümkün değil. Korkmanın faydası yok.
Galiba dua ediyorum içimden. Ve içimde inançla güven arası bir duygu varlığını göstermeye başlıyor korkunun yanıbaşından.
Sonra ne oluyor dersiniz? Yaratık sakinleşiyor ve duruyor. Hala tehlikeli ve hala her an saldırabilir, saldırdığında da parçalayabilir ama duruyor işte! Hafif bir şaşkınlık duyuyorum. Daha fazla değil. Çünkü içimden sanki biraz da biliyorum böyle bir olasılığı. Ona bakıyor ve yanında usulca geçiyorum.
Bilinçaltına ilgi duyanlar için müthiş sembolik bir rüya bu. Belki bazıları alt beyin rüyası bile diyebilir. Bir anksiyete (yani kaygı) rüyası. Bilinmezlikler, arka bahçe, her an arasından korkutucu bir hayvanın çıkabileceği uzun, sararmış ve sık otlar, vahşi kediler, öldürücü ve saldırgan köpeğimsi bir yaratık...
Her biri yaradılışa uzanan arkaik korkuların uzantılarını temsil eden semboller bana kalırsa.
Ve meydan okuma, boyun eğme, üzerine gitme temaları... Korkularının gözünün içine bakarak yoluna devam etme...
Bazen benim de bir psikoloğum olsun ve ona rüyalarımı anlatayım ve beni çok özel bulsun, bilinçaltımın ortaya çıkış biçimine, mücadeleci ruhuma ve biricikliğime iltifat etsin istiyorum.
Bazen hastalarımı kıskanıyorum evet...

Hiç yorum yok: