“Bak sen işine bak, ben yabancı değilim bebeğim!”
“Hiç kalkmaya yeltenme yerinden Necibe! Otur orada, gelince öptün zaten!”
“Ayy kız canımsın sen benim! Aşşkımmm! Vallahi seviyorum seni, ondan
böyle öpü öpüveresim geliyo seni.”
“Gelmesin, otur kahveni iç.”
Sabah kahvesine uğramış "kabus". Üzerinde beyaz penye uzun bir elbise,
içinde siyah iç çamaşırı, kafada tüylü, büyük, siyah bir şapka. At .ikinde
kelebek!
“Kat kat koruyucu kremler sürdüm Mineee’m! Ay çok tehlikeli güneşi cilt
kanseri olmuş kimi duysam, aaaa dağlara taşlara, Allah esirgesin, şapkasız
çıkılmaz, di mi şekerim?”
Bu sıcakta güneşten korunmak için bu kadar büyük ve bu kadar siyah bir
şapkayı ancak Necibe takar zaten.
İçerde görüşme varken duydum geldiğini, bir kahkaha bir neşe! Arayıp
Müdanaanım’ı uyarmak zorunda kaldım. O da ayrı bir akıllı. Hem bilir bunun ne
mal olduğunu hem de karşısında görünce hemen geçiverir aynı frekansa. Mayaları
mı tutuyor nedir!
Arada bir gelir böyle şehirde olduğu zamanlarda. Şehirde olmadığı
zamanlar da zaten nerede olduğunu bir Allah bilir. Civar esnaf, apartman
görevlimiz, apartmandaki diğer iş yerleri falan hep tanırlar Necibe’yi. Görüntü
itibariyle zannederim hastalarımdan biri olduğunu düşünüyor olabilirler. Gerçi
Necibe’nin hastalarımdan biri olmayışı, ayrıca onun bir “hasta” olduğu
gerçeğini de zerre kadar etkilemez. Ama benim ilgi alanımda kesinlikle
değildir, ondan emin olabilirsiniz. Ben onu hizaya getirmeye çalışmayı çoktan
bıraktım.
“Kız Mine doğru söyle sen bana dargın falan mısın? Ne o öyle geldiğimden
beri suratın turşu satıyor?”
“Necibe çalışıyorum, iş yerimdeyim, turşu falan satmıyor suratım!”
“Hayır ben bugünü demiyorum, benim döndüğüm günden beri böylesin kuzum,
Allasen söyle bi şey mi oldu?”
İşte tam o anda yüksekçe bir duvarın ardından seyirtip gelen, gözünü
intikam hırsı bürümüş bir bruş lii formatında kafasına uçan tekme savurmayı
inanılmaz şekilde arzuladım. “Bi şey mi olmuşmuş”? Lafa bak!
“Necibe sen ciddi misin yoksa kendini affettirmek için bunama numarası mı
çekiyorsun?” diye sordum. Bir cevap beklentimse asla yoktu.
“Onu boş ver de, biliyor musun Stoacılar’a göre insan güzel ve yaşanmaya
değer bir hayat süremiyorsa ve başka bir çıkar yol da kalmamışsa kendi hayatına
son verebilirmiş.”
“Eee?”
“Eeesi, yok öyle işte.”
“Benim bu cümleden bir anlam mı çıkarmam gerekiyor?”
“Minnoş’um bu cümle kendi başına yeterince anlamlı zaten, senin çıkarmana
hacet yok.”
“Necibe bırak da şu dosyaları doldurayım, bak sonra birikiyor, otur
kahveni iç gözünü seveyim.”
Bir yandan sabah gördüğüm hastaların bilgilerini işledim dosyalara, diğer
yandan burnumdan deriiin nefesler alıp, dilimle dişim arasından ince
hareketlerle verdim dışarıya. Aldııım, verdim. Aldııım, verdiiim… Gevşeme
egzersizi. Yeterince yavaş ve odaklanarak yaparsanız kalp ritmini yavaşlatır.
Ki kalp ritminin yavaşlaması organizmayı komple pamuk helvaya bağlar.
Nefes alıp verdikçe buruş lii sakinleşti. Hatta o derece ki, Necibe
tekrar konuşmaya başlamasa niyet etmiş, öğlen namazı için rükuya varmak üzereydi.
“Hadi ben kalkayım o zaman tatliş! Ama sen şu Stoacılar’ın dediğini bi
düşün!”
(Tövbe estağfurullah)
“Güle güle Necibe, arayı açalım, sık gelmesen de olur!” Yüzümde midede
ekşimeye de yorulabilecek bir sırıtışla söyledim bunu.
Kahkalarla karşılık verdi! “Kız Mineee’m, Allahhhh canını almasın
ahahahahahahahaahahah!!”
Gittiğinden emin olmak için penceredeki tülün ardından taksiye binene
kadar izledim.
Şimdi normale dönebilirim.
6 yorum:
Hiç de alınmıyor.. Düşman başına böylesi demek bile bedduaya girer herhalde. (:
alınganlık gösterecek aparatları mevcut değil...
hahahahaaaa :)) Hakikaten gündüz niyetine diyelim :) Çok törpülenmiş bu Necibe :)
böylesinden sakınmalı!!
çok güzel ya,çok samimi :) harbiden gündüz niyetine :)))
ahahah.
Şimdi benden soğuyacaksın belki ama insanın hayatına değlşiklik katan birine benziyor :P
yani bir de böyle hiçbir lafa alınmayan insanlara çok saygı duyuyorm ben hi. Yapamamam ehe.
Yorum Gönder