21 Haziran 2012 Perşembe

Aşklar Meşkler


Sıcaklar bende hararet yapıyor.
Motorun su kaynatmaya başlayacağını sezdiğim an kırmızı leğenimi, buzdolabında bunun için beklettiğim büyük bir şişe suyu ve bolca buz küpünü bir araya getirip Müdanaanım’la bana “krize müdahale” ortamı hazırlıyoruz.
Çoğu kez masa başında görmem hastalarımı. Karşılıklı koltuklara oturmayı tercih ederim. Masa ister istemez bir mesafe ve “sınır” çağrışımına yol açıyor. Belirli durumlar dışında arkasına geçmek pek akıl harcı değil benim açımdan.
Fakat bu sıcaklarda hastanın karşısındaki berjere kurulup ayaklarımı leğene sallayamayacağıma göre, masanın arkasında oturup, leğeni de görüşme sırasında ayaklarımı şıpırdatmamaya çalışarak “acil tedbir” olarak devreye sokabiliyorum.
Gönül isterdi ki bir su küvetinin içinde oturarak görüşme yapabileyim, ama işte…
Geçen gün tam Mızıka Hanım çıktıktan sonraki seans bir başka kadın hastayı kabul ettim. Bazen tesadüfler öyle ardı ardına dizilir ki, sürekli semadan mesajlar bekleyen biri olsam kolaylıkla “seçilmiş” olduğuma inanabilirdim.

Çok hoş ve havalı bir hanımdı Begonvil. İki çocuk doğurmuş bir kadından çok, daha geçen yıl Best Model’a katılmış gibi bir hali olan hatları özenle çizilmiş gibi bir vücudu ve uzun çok güzel sarı saçları vardı.
Güzel olan insanlar doğuştan bazı avantajlara sahiptir. Begonvil de tüm bunlara ve sanırım çok daha fazlasına ömrü boyunca sahip olmuştur.
“İki güzel, akıllı oğlum var Minaanım, birisi 3 yaşından bu yana piyano çalıyor, diğeri de onun küçüğü, şimdi 5 yaşında ve bu yıl tenise başladı, sanırım profesyonel olacak, hocaları müthiş bir yetenek gördüler onda.”
Gördünüz mü?
Şans öyle bir şeydir ki, tek gözenekten girmez insanın hayatına. Ben hep öyle olduğuna inanmışımdır. Bir insan şanslıysa her konuda öyledir.
Belki de değildir ama bu benim sorunum değil zaten.
Mızıka Hanım ne kadar kendisiyle duyguları arasında tuğladan bir duvar örmüş ve duvarı sıvayıp, boyayıp üzerine kendi kendisine verdiği hayali plaket ve madalyaları asmışsa ve bir kadın olarak değil, artık nasıl mümkün olabileceğini düşünüyorsa, kadınlığından sıyrılmış bir anne veya herhangi bir toplumsal figür olarak geçip suyun başını tutmuşsa, bu kadın da ondan o kadar farklıydı.
Bir spektrumun iki ucu gibi düşünün.
Begonvil daha odadan içeri adımını atarken, sanki üzerindeki şifon tulumun paçalarından yere östrojen damlıyordu. Bunu seksapel anlamında söylemiyorum bu arada… Kadınsılık falan… Anladınız işte…
“Büyük bir çıkmazdayım Minaanım, artık bir şey yapmam, bir karar vermem gerekiyor ama yapamıyorum. Uykularım tamamen düzensizleşti, iştahımı kaybettim, kendimi sürekli yorgun ve bitkin hissediyorum. Daha önce depresif bir atak geçirmiştim ve 2 yıl antidepresan kullanmıştım. Tekrar öyle olmaktan, yataktan çıkamayacak hale gelmekten korkuyorum, bana yardım edin.”
Pek çok kadın gibi ne kadar duygularının farkında, sezgileri belli ki güçlü ve pasif olarak beklemek yerine sokağa çıkıp bir çare arayışına girmiş diye düşündüm.
Literatürde hemen her toplumda kadınlarda depresyon görülme oranı erkeklerden fazladır. Bazı şuursuzlar bunu kadınların zayıf ve duygusal oluşlarıyla aynı cümlede geçirme hatasına sıklıkla düşerler. Oysa kadınları “güçlü” ve “mücadeleci” yapan belki de depresyonun kendisidir.
Kimse bu tarafından bakmaz olaya. Ezberci eğitim sistemlerinin lapacı mahsulleri…
“Belki de beni ayıplayacaksınız, ne kadar ahlaksız ve kadir kıymet bilmez bir kadın olduğumu düşüneceksiniz ama… yani nasıl desem… Minaanım beni anlamanızı beklemiyorum ve benim uzun süredir hayatımdan eşimden bir başkası var ve ne yaptıysam ne denediysem başaramadım, ondan ayrılamadım…”
Göz yaşları yanaklarından sicim gibi dökülmeye başladı birden.
“Ona büyük bir aşkla bağlıyım ve kaç kere karar verip artık yuvama, çocuklarıma, eşime aitim dediysem de olmadı, yapamadım…”
“Önce bir konuda anlaşalım Begonvil Hanım, lütfen benim adıma düşünüp, benim gözlerimden kendinize bakmaya çalışmayın, sizi benim gözlerimle görme işini bana bırakın ve kendinize odaklanın, yeterince sıkıntınız var gibi duruyor.”
Ne demek istediğimi hemen anladı. “Tamam” der gibi başını salladı.
“Şimdi söyleyin, ben size nasıl yardım edebilirim?”
Sanırım asıl istediği de benim ona nasıl yardım edebileceğime verecek bir cevabının olmasıydı.

Aşk… İçinde bir gezegenin var oluşunu tek başına taşıyan üç harfli sözcük… hormonal tutkuların güzellemesi… kavuşamamanın yüceltilmesi… ebedi acı çekme ihtiyacının yer değiştirmesi…
Ah Freud ah…

-devam edecek.


6 yorum:

HuYsUz dedi ki...

"Oysa kadınları “güçlü” ve “mücadeleci” yapan belki de depresyonun kendisidir."
çok güzel :D

cem dedi ki...

yok hemen tüh, yazıklar olsun demeyeceğim. her kim olursa olsun, yoğun depresyon yaşayan, bu durumdan dolayı yataklara düşen insana üzülürüm. çünkü çok benzer şeyler yaşadığımızı düşünürüm kadın olmasam da...

cem dedi ki...

ayrıca "tüh, yazıklar olsun" deme yetkim de yok...

Şahin Şirin ERDEM dedi ki...

çok zor bir durum bu. bu durumda ne yapmak gerekiyor? doğru olan diye bişey var mı? varsa nedir?
bir tarafta insana hayat veren o büyülü şey :aşk
öbür tarafta : aşksızlık ve sorumluluklar
ne yapmak gerek?

Sirk Ucubesi dedi ki...

"Aşk… İçinde bir gezegenin var oluşunu tek başına taşıyan üç harfli sözcük… hormonal tutkuların güzellemesi… kavuşamamanın yüceltilmesi… ebedi acı çekme ihtiyacının yer değiştirmesi…
Ah Freud ah…" âşık oldum. cümlenin bıraktığı etkiye, anlama...

anlatsam bi bok olmaz dedi ki...

aşkı sınırlayan insanlar ve sınırları aşkla aşan insanlar... hep imkansız diye bir şey olmadığını savunmuşumdur. ama bazen imkanlar imkansızlıkları doğuruyor. işte o zaman ağzını açıp tek kelime edemiyor insan. ben edemedim.