Bir zamanlar Murathan Mungan şiirleri seven bir adama gönül vermiş bir
kadın tanımıştım. Kadının şiir sevip sevmediğini hatırlamıyorum lakin.
Adamı sevdiğiniyse iyi hatırlıyorum.
Ve o adamın kendisini terk edişinden sonra gecelerce kapısında yattığını,
apartman görevlisi ve adamın komşuları tarafından çok kere büzülüp kaldığı kapı
eşiğinde uyandırılarak bir taksiye bindirildiğini ve ağlayarak eve gitmeye
çalıştığını ve evinin hangi apartmanda olduğunu unutup yolun ortasında indiği
taksiden çılgına dönerek uzaklaşıp koşmaya başladığını da hatırlıyorum.
Ertesi gece bütün bunlar hiç olmamış gibi yine adamın kapısına gidip
dalında yeni açmış gonca gibi taptaze bir umutla ondan af dileyerek aşkını
tekrar o eşikten içeri alması için yalvardığını da…
Ve yine reddedildiğini…
Alelade bir semtteki alelade bir binanın giriş katında yaşıyordu adam. Ve
kadın içeri alınmadığı bir evin penceresinden mevsimler boyu adamın bira
içişini, maç izleyişini, arkadaşlarıyla geçirdiği vakitleri, seviştiğini, aşık
olduğunu, kavga ettiğini, gitmesin diye bir kadının ardından ağladığını izledi.
Tıpkı bir hayalet gibi. Herkesin orada olduğunu bildiği ama kimsenin
varlığıyla nasıl baş edeceğini kestiremediği için olası bir diyaloğu başlatacak
kelimelerini atmosfere doğru özgür bırakamadığı bir hayalet gibi. O haliyle de
adamın hayatının bir parçası olduğuna inanıyordu. Evet buna gerçekten
inanıyordu.
“Seviyorum” diyordu. Böyle hastalıklı bir bağımlılığı o kadına
sorgulatmak ve kendisiyle yüzleştirmek kolay olmasa da mümkündü. Hatta başka
bir çıkar yol olmadığını iddia edenler de vardı.
Oysa kendisini artık küçük düşürmemek ve uğradığı aşağılanmaya bir son
vermek istemek ona ebeveynlik yapmak olurdu. Onun adına endişelenmek ve onun
yerine “hissetmek” olurdu. O kendini aşağılanmış veya küçük düşmüş gibi hissetmiyordu.
Buna ihtiyacı vardı. İhtiyacı olduğu sürece de devam edecekti. Kadınca bir
sezgiyle bunu savundum. Meslek hayatımın ilk yıllarıydı. Çok tenkit edildim.
Detaylara girip de ne kadar başarıyla onu “iyileştirdiğimi” elbette ki
anlatmayacağım. Çünkü onu iyileştiren ben değildim. Dışarıdan bakınca nasıl
göründüğü hiç umrumda olmadı. Bugün de değil.
Bana getirdiği kitap geçti elime. Bu şiiri fosforlu pembe bir post-it’le
işaretlemiş, okumam için. Hala duruyor. Bir de resim var arasında kitabın. Elde
örüldüğü belli, ördekten düğmeleri olan bir hırkanın içinde topaç gibi bir
bebek. Adını Gurur koymuş.
ESKİDENDİ ÇOK ESKİDEN
Hani erken inerdi karanlık,
Hani yağmur yağardı inceden,
Hani okuldan, işten dönerken,
Işıklar yanardı evlerde,
Eskidendi, çok eskiden.
Hani ay herkese gülümserken,
Mevsimler kimseyi dinlemezken...
Hani çocuklar gibi zaman nedir bilmezken,
Eskidendi, çok eskiden.
Hani hepimiz arkadaşken,
Hani oyunlar tükenmemişken,
Henüz kimse bize ihanet etmemiş,
Biz kimseyi aldatmamışken,
Eskidendi, çok eskiden.
Hani şarkılar bizi bu kadar incitmezken,
Hani körkütük sarhoşken gençliğimizden,
Daha biz kimseye küsmemiş,
Daha kimse ölmemişken,
Eskidendi, çok eskiden.
Şimdi ay usul, yıldızlar eski
Hatıralar gökyüzü gibi gitmiyor üstümüzden
Geçen geçti,
Geçen geçti,
Geceyi söndür kalbim
Geceler de gençlik gibi eskidendi
Şimdi uykusuzluk vakti.
MURATHAN MUNGAN
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder