“Artık neden sonuç bağlantısı kuramaz olmuştum Minanım. Ne yaparsam
kızacağını ne yapmazsam öfkeden gözlerinin döneceğini bilemiyordum. Öyle günler
oluyordu ki, sabah uyandığında benden önce gözlerini açtı diye evde terör
estirebiliyor ya da gece rüyasında gördüğü bir şeyden ötürü uyanıp hepimizi
salona toplayıp tv izleyeceğiz diye tutturabiliyordu. Çocuklar daha küçük,
uykulu uykulu korkudan titreyerek geceliğimin altına saklanmaya çalışıyorlar,
ben sakin kalmak için çırpınıyorum… nasıl anlatsam, hangi birini söylesem ki
size şimdi… “
O zamanlar şimdiye göre mesleki deneyimim daha azdı. Anlattıklarından
dehşete kapılmıştım. Bıraksalar saatlerce bu hikayeyi dinleyebilirdim ama
öğrenmem gereken konular vardı o yüzden araya girmek zorunda kalıyordum:
“Kaç yıl evli kaldınız?”
“12”
“12 yıl boyunca bunca şiddet, hakaret ve korkuya katlanmanıza değecek ne
vardı Hannibal’da?”
Bunu sormak zorundaydım.
“Haklısınız. Aslında artık kimseye bunları anlatmak istemiyorum çünkü
ister istemez neden boşanmadın bu adamdan tepkileri geliyor ve ben buna verecek
bir cevap bulmakta zorlanıyorum.”
“Siz boşanmak istiyor musunuz?”
“Artık istiyorum ve dava açtım. Ama geriye dönük 12 yıl boyunca
yaşadıklarımı anlatmam gerektikçe sanki tüm olanları ben değil de başkası
yaşamış gibi uzaktan bakıyorum evliliğime. Sanki kimse bana inanmayacak ve
kusurlu ben olacakmışım gibi geliyor. 3 aydır ailemin yanındayım. Hala nereye
aitim, bu geçici bir ferahlama mı yoksa rüya mı ya da acaba o yaşananlar mı
rüyaydı bazen ayırt edemiyorum.”
Şimdiiii…. Buraya kadar şiddet mağduru, bir sebepten evliliğini devam
ettirmek zorunda kalmış, yaşadığı travmaların izlerini üzerinden atamamış yine
de aklı başında konuşup davranabilen bir kadıncağız var değil mi karşımızda?
Az durun o vakit.
“Aileniz olan biteni biliyor muydu?”
“Beş oluyorsa birini söylüyordum. Hele o hastanede yattığım zamanları
falan hiç bilmezler.”
“Kulak zarınız yırtıldığındaki mi?”
“Hayır, onu da bilmiyorlar gerçi ama birkaç kez hastaneye kaldırıldım.
Mesela bir kış günü çocukları okula gönderdim. O da rapor mu almıştı artık ne
olduysa evdeydi o gün. Evin işleri var, o tv izlerken ben de ses çıkarmadan
odaları topluyorum. Yanıma gel birlikte izleyelim diye ısrar etti. İş var falan
dedim dinlemedi. Neyse gittim oturdum. Şu hani sabahları Müge Anlı’nın bir
programı vardı, evden kaçanlar, kaybolanlar falan. Bak bu kadınlara da yat kalk
haline şükret, seni götürüp heriflere peşkeş çekmiyorum, uyutup böbreğini,
dalağını mafyaya satmıyorum, otur izle de kıymetimi bil dedi. O an kanım dondu.
Sanki o öyle söyleyince yapacakmış gibi hissettim. Ağlamaya başladım. Birden
kızdı. Çünkü o sırada evlenmeden önceki aşığına kaçmış bir kadından
bahsediyorlardı. Başkasıyla evlenmiş ama üç çocuğunun ikisi aşığındanmış, şimdi
kadın kayıpmış falan filan… Tutturdu bu sefer senin benden önce sevgilin vardı
o geldi aklına ondan ağlıyorsun diye. Savuşturdum. Bu sefer de beş on dakika
sonra demesin mi bu çocuklar benden mi diye? Evden dışarı bile çıkmıyordum
saçmalama dedim. Neyse yine durdu. Sonra tv’deki kadınlara küfretmeye başladı.
Ama nasıl küfretmek… Bütün kadınları Dünya Kadınlar Günü kutlaması diye kapalı
spor salonuna dolduracaksın sonra iki kapısında 15’er kiloluk bomba
patlatacaksın, geriye kemikleri bile kalmayacak diye bağırmaya başladı.”
Hatırlar mısın sevgili okuyucu daha önce evlilikte şiddetten bahsederken
zamanla bu çiftlerin tencere-kapak haline gelişlerinden bahsetmiştim. Farklı
bir bilinç dışı mekanizmanın zaman içinde devreye girerek şiddetin giderek bir
ilişki biçimi haline gelmesi vaziyetleri… Uğradığı şiddet kadını karakter
tahribatına sürüklüyor ve mantıklı düşünme melekelerini bozuyor. Çünkü aksi
halde giderek zıvanadan çıkan böyle bir adamın karşısında ona cevap vermeyip
susmasını beklemek ya da gidip yemek falan yapmak gerekirdi. Aslında çoktan
ondan kaçıp kurtulmak gerekirdi ya neyse…
Bunun yerine “iyi de o kadını istemeden zorla sevmediği biriyle
evlendirmişler, kadın da unutamadı demek ki eski sevgilisini” diyecek kadar
devreler yandıysa “vay sen bana o ..rospuyu mu savunuyorsun” diye saldırtır
kendine.
“Minaanım kendini kaybetti. Aklınıza gelebilecek her yerime neresiyle denk
gelirse vurmaya başladı önce. Ne kadar sürdü bilmiyorum. Vücudumda darbe
almayan bir yer kalmadı. Uyuştum sonra, hissetmez oldum, galiba bayılmak
üzereydim ki sen bayılma numarası yapıp elimden kurtulabilir misin ..rospu
diyip saçlarımdan kavradı, o zamanlar uzundu saçlarım, kestirmeme izin
vermezdi, beni kalorifer peteğinin önüne sürükledi. Arası oluklu peteklerden.
İşte son hatırladığım beyaz demirlerin üzerinde gördüğüm kanım ve yüzümden
dağılan parçalardı. Kafamı kaç kez öldüresiye o peteğe geçirdi bilmiyorum.
Günler sonra hastanede alçılar ve sargılar içinde gözlerimi açtım.”
İnanılır gibi değil öyle mi? Peki bir de şunu dinleyin:
“Her zaman öyle bir adam değildi. Allah var yukarıda her gün elleri
kolları dolu gelirdi eve, buzdolabımız her zaman ağzına kadar dolu olurdu. Bizi
kimseye muhtaç etmedi. Bazen öyle pişman olurdu ki yaptıklarından banyoda bana
sarılır, saatlerce affet beni diye ağlar, beni soyar, yıkar, saçlarımı tarar,
üzerimi giydirirdi. 12 yıl boyunca hiç kuaföre gitmedim. Boyamı alır, kendisi
boyar, keserdi saçlarımı. Dünyadaki en güzel kadın sensin derdi. Yuvamız
dağılmasın, mutluğumuz bozulmasın, senin saflığın temizliğin daim olsun diye
yapıyorum böyle derdi. Her gün sokaklarda neler görüyorum, sen de öyle olma
diye…”
“Onu hala seviyor musunuz” diye sordum.
“Çok canımı yaktı benim” diye cevap verdi. “Sevmiyorum.”
“Peki neden?” diye sordum. Neden 12 yıl katlandınız buna?”
Gülümsedi. Ön dişlerinde kırık vardı. Birden daha kadınsı ve mahcup bir
havaya büründü. Ne diyecek acaba diye merak ederken neresinden çıktığını
anlayamadığım bir cümle geldi:
“Çünkü çok yakışıklıydı.”
Kıssadan hisse: Şiddet zekada gerilemeye yol açar.