Hayatın doğaçlamasına hiçbirimizin hızı yetemez.
İnsan ömrü dakikalarla tepe taklak olmaya müsait. Buna ayak uydurmak
zorundasınız. Sağ ve salim kalabilmek için enteresan dengeler var; teslim
olmalısınız.
Biz cumartesi akşamı kalabalık ve çok neşeli bir iftar yaptık ayıptır
söylemesi. Saat 11’e geliyordu sofradan kalktığımızda. Şarkılar, türküler,
danslar… Uzun zamandır hiç bu kadar kendimi iyi hissetmemiştim. Güvende,
sevdiklerinin ve sevenlerinin arasında…
Saatler ilerledikçe babamın Müjde’ye olan antipatisi yavaş yavaş dağılır
gibi oldu. Hatta bir ara “Müjde bana bir bardak su getiriver oğlum” dediği dahi
duyuldu.
Malum bizim cenabet mahalleye davulcu giremediği için yine kendi
davulumuzu kendimiz çalarak herkes bir tarafta serilip uyudu. Müdananım ve Müjde
Necibe’de kaldılar.
Başımı huzurla yastığa koydum. Ve sabah uyandığımda gördüğüm ilk manzara
annemin kucağında diz üstü bilgisayar, gözleri kızarmış, ağladığı duyulmasın
diye elindeki mendilin içine doğru hıçkıran hali oldu.
Önce babama bir şey oldu sandım. Kan yavaştan beynime yürüyünce ve idrak
yollarım açıldıkça babama bir şey olmuş olsa annemin önce dizüstü bilgisayara
sarılmayacağını akıl edebildim.
“Ne oldu?” diye sorabildim sonunda.
“8”
dedi.
“Ne 8?”
“8 kişi ölmüş. Teröristler öldürmüş yine…”
Ve o an anladım.
Dokuz-on yıl kadar önceydi. Büyüdüğüm ve annemle babamın hala oturdukları
evin üst katında bir anne ve oğul otururlardı. Çok yakın görüştüğümüz
komşularımız; Ayten Teyze ve oğlu Mıstık. Mıstık bizim evimizde büyüdü. Benden
8 yaş küçüktü. Kardeşim gibiydi. Babası o dört yaşındayken ölmüştü. Ona
yetimliğini hissettirmemek için tüm apartman, en çok da babam seferber
olmuştuk. Masmavi gözleri, kıvırcık ipek gibi saçları vardı Mıstık’ın. Okulda
çok başarılı bir öğrenciydi. Uslu ve her zaman hep aklının bir yerinde
yetimliği varmış gibi mahzun bakışlıydı. Hayatta en büyük aşkı Beşiktaş’tı.
Babam onu maçlara götürür, toplar, formalar alırdı da Mıstık sevincinden
havalara uçardı. Bu satırları yazmak öyle zor ki benim için şu anda arkadaşlar…
(Kısa bir göz yaşarma molası)
Neyse… geldim…
Lisede bir kız arkadaşı oldu bizim Mıstık’ın; Ecenaz. Okuldan çıkıp el
ele gelirler, kah bizde kah kendi evlerinde yemek yiyip ders çalışırlardı.
Mıstık bazen herkesin onca ilgisinden ve onları görünce imalı imalı gülüşüp,
Mıstık’a omuz atmasından bıkar “Ya Mine Abla yaaa ben kız arkadaşımla baş başa
kalamayacak mıyım hiç yaaa” diye isyan ederdi bana. Para verip onları sinemaya
ya da hamburgerciye gönderirdim bazen.
İlk girişinde kazandı üniversiteyi Mıstık. Mimarlık mühendislik
fakültesine kaydını yaptırmaya yine cümbür cemaat gittik, göğsümüz kıvançla
dolu. Babamın ben üniversiteyi kazandığımda öyle feryat figan etmediğini,
annemin o kadar mutluluk gözyaşları dökmediğini rahatlıkla söyleyebilirim.
Benim bile gözlerim dolmuştu geçici öğrenci kimlik kartını “bak bakalım bebek
Mıstık abin artık nerede öğrenciymiş!” diye önüme attığında. “Ne abisi eşek
sıpası!” diyip derhal evin salonunda güreşe yatırmıştım kendisini…
Offf… Ne zor bir yazı oldu bu…
Çok kibar, terbiyeli, ince düşünceli, sakin, yakışıklı ve olgun bir
çocuktu her zaman. Onca alakaya, üzerine düşmeye tek bir gün şımardığını
hatırlamıyorum. Ve onu tanıyıp da sevmeyen tek bir kişiyi de.
“Mine Abla ben Ecenaz’ı çok seviyorum” demişti bir gün balkonda otururken.
“Evleneceğim onunla.”
“Mıstık sizin daha yaşınız çok genç ablacım ne evlenmesi” demiştim.
“Genç ama biliyorum ben… yani tarif etmesi zor ama o benim ilk kız
arkadaşımdı, hayatımda ondan başka kimsenin olamayacağını hissediyorum…”
Ah yavrum benim… hislerinde haklıydı.
“Şimdi ciddi bir hareket etmek için belki erken ama hiç değilse bir yüzük
taksam diyorum? Annemlere söylesek hemen ortalığı velveleye verir gidip kızı
istemeye kalkarlar. Ama sen tak canım ne olacak dersen içim rahat eder…”
“Nasıl yüzük?”
“Bilmem, ince, zarif bir şey.”
Kıyamamıştım. Kalktık o gün kuyumcuya gittik incecik beyaz altından iki
halka aldık Mıstık’la Ecenaz ’a.
“Benim size hediyem olsun” demiştim.
Mezun olur olmaz “ben askere gideceğim” dedi. Annesiyle annem ağlayıp
sızlandı, oğlum yüksek lisans yap, yurt dışına git, az biraz ertele dediler.
Mıstık katiyen kabul etmedi. Babası yerine koyduğu babamın duruşu vardı o
halinde; “Gidip aslanlar gibi ödeyeceğim vatan borcumu, bu namustur” dedi.
Sağdan soldan “aman torpil yapalım yakın yere aldıralım” tekliflerini sert bir
şekilde reddetti; “Ben iyi aile çocuğuyum da oralara gidenler onun bunun çocuğu
mu? Hayır efendim bu bir hakarettir, nerede ihtiyaç varsa oraya giderim!” diye
diretti.
Kınayla, davulla, zurnayla uğurladık mahzun yüzlümüzü… Yiğit, şerefli bir
Türk genciydi Mıstık.
Ve sonra Şırnak’tan geldi cenazesi yavrumuzun… Türk bayrağına sarılıydı
tabutu… Babam tam bir yıl balkonumuzdaki bayrağı indirmedi. Annem bir daha asla
çiğ börekle, elmalı pasta yapmadı.
Ve biz her şehit haberinde tüm kınalı kuzularla birlikte bir Fatiha da
Mıstık’ımıza göndeririz… Babam uzaklara dalar gider… Annem tüm gün gözyaşı
döker… Mıstık’ın anasını ise hiç söylemeyim…
Ecenaz hala arar bizi arada sırada… evlenmedi…
6 yorum:
bu haberler karşısında çaresizce sadece göz yaşı dökülebiliyor işte mıstık gibi gelecekte bellki ülkemiz için çok faydalı olacak gençler teröt laneniyle erkenden bu dünyadan göçüp gidiyolar:((
Her gün bir Mıstık ''Yan gelip yatıyor'' dağlarda...
Her gün bir mıstık ''yan gelip yatıyor'' dağ başlarında...
ağlattınız beni..
çok kötüym şuan..
ayrıca sekiz de değil.. gerçek rakam nedir bilmiyoruz..bize söylenen bu..kim bilir yaralı sandığımız kaç şehidimiz var...
Yazınız http://merserizeorgumodelleri125.blogspot.com/2012/08/aynal-besikte-bebek-beleyenler.html
tarafından aynen kopyalanmış.Bendimki de maalesef bu nedenle herkesi haberdar etmeye çalışıyorum.
teşekkür ederim bilgilendirme için "caseyas", bir not düştüm adresini verdiğiniz sayfaya... galiba bunlara alışmak gerekiyor internet ortamında yazıp çizince...
Yorum Gönder