Önce anneyi görmüştüm.
“Minaanım bu çocuğun rahatlığı beni öldürecek artık ruh sağlığımı
kaybettim” diyerek telaşla girmişti söze.
“Artık küçük bir çocuk değil. Eskinin sistemiyle bu yıl lise 3, seneye
sınava girecek. Hala defterini, kitabını, üstünü başını, çorabını, af edersiniz
iç çamaşırına kadar her şeyini ben düşünüyorum. Dünya umrunda değil! Vallahi bu
rahatlığı beni öldürecek.”
“Bugüne dek nasıl getirdiniz peki?” Öyle ya koskocaman çocuk, özel bir
okulda, hiç sınıfta kalmadan, arada teşekkür belgesi falan da alarak, ayrıca
basketbol takımına da devam ederek bu yaşına kadar bir şekilde gelmiş. Hep
böyleymiş. Annesi neden şimdi (!) gelmişti? Ne değişmişti? 16 küsur sene
boyunca bir şekilde tahammül edebilmişken neden tam bu noktada “ay bu beni öldürecek”
diyerek karşımdaydı?
“Hep ben topluyorum arkasını. Ben peşinden koşturmasam hayatta kendi
başına şurdan şuraya gidemez; gitmez! Öyle vurdumduymaz, öyle tembel, öyle
düşkün rahatına!”
Aslına bakarsanız bu ifade “aynı babası” demenin diğer yoludur. Yeterince
sabırla beklerseniz ilerleyen cümlelerde mutlaka dile dökülür…
“Seneye sınava girecek. Bu yıl dersaneye yazdırdım. Artık sorumluluğunu
bilmesi lazım, düzenli ders çalışması, test çözmesi lazım. Ve de ben söylemeden
yapması lazım. Ben artık tükendim.”
Bu örüntüyle psikologların kapısını aşındıran o kadar çok aile var ki…
Bilseniz şaşarsınız… İnsanlar ilginç bir şekilde meydana gelmiş ve kendi
tutumlarıyla şekillenmiş olan çocuklarına bakıp da “ideallerindeki” modele
uymadıklarını sıklıkla fark ediyor ve “al bunu düzelt” olarak da pekala
yorumlayabileceğimiz taleplerle geliyorlar. Nesini düzelteyim?
Bebekliğinden beri her istediğini yapmışsın, ihtiyacı olsun olmasın
sürekli oyuncak, giysi, ıvır zıvır artık neyse, alıp önüne koymuşsun, hayır
dememişsin, dediysen devamını getirememişsin, kural koyamamışsın, koyduysan
uygulayamamışsın, hak etmediği halde ödüle boğup, orantısız cezalar
uygulamışsın… Ve çocuk bu yaşına geldiğinde hayatta bir “şey” uğruna mücadele
etmeyi öğrenememiş, kendini ödüllendirmek ne demek, elde etmek ne demek
bilmeden, yaşamının hiçbir amacı,
motivasyon kaynağı olmadan gelmiş evinin baş köşesine kurulmuş. “Avrupalı” (!)
anne-baba olacağım diye işin .okunu çıkartıp, çocuğa tapınmışsın. Eğer doğuştan
getirdiği bir “hırs” yatkınlığı yoksa ben bu çocuğun nesini değiştireyim? Onu
sıfırdan doğurup farklı mı yetiştireyim? Ne yapayım?
Demedim tabi… Demiyorum artık… Çoktan vazgeçtim… Çünkü ne o çocuk
değişebilir ne de o anne-baba… Öğrendim…
“Ben size nasıl yardım edebilirim?”
“Konuşun onunla. Benim haricimde kim söylerse ciddiye alıyor, önemsiyor.
Sanki ben akranıymışım gibi, bir de ters cevaplar… ayy bir de ters konuşmalar,
beni bozmalar… Çok kalbim kırılıyor artık… Dayanamıyorum Minaanım.”
Ve ilk görüşmede yaşadıkları sorunların kabaca nelerden kaynaklandığını,
kendi davranış ve alışkanlıklarının nasıl oğlunun tepkileriyle ilişkili
olabileceği konularında bir çerçeve çizdim ona. Hem kendisi hem de oğluyla
ilgili ne tür değişiklik (!) beklentilerinin gerçekçi olabileceğini, nelerinse
daha başından hayal kırıklığıyla sonuçlanabileceğini anlattım. Tabi sizler de
bilirsiniz ki, anlattıklarınız, karşınızdakinin anlayacağı kadardır. Neyse…
Ve tabi babanın hiç böyle sorunları olmadığını, oğluyla aralarının gayet
iyi olduğunu, ona bir şey söylediğinde çocuğun muhakkak rıza gösterip, sözünü
dinlediğini vs duyunca da şaşırmadım. Baba fazla otoriter değildi ama
tutarlıydı. Çocuk her ikisine de nasıl davranması gerektiğini – tıpkı tüm diğer
çocuklar gibi- öğrenmişti. Ve şimdi de öğrendiği gibi davranıyordu.
Gelelim son görüşmeye. Kadıncağız tek başına geldi. Panik içindeydi.
“Kız hamile Minaanım!”
Takdir edersiniz ki, hangi kız diye sormak durumundaydım.
“Oğlanın kız arkadaşı! Hamile! Cumartesi geldi süklüm püklüm, tabi
bizimki her zamanki gibi yediği naneyi zerre umursamıyor, biz ne yapalım diye
bana soruyorlar. Ne eşim biliyor, ne kızın anne-babası. Ben! Sadece ben. Ne
yapacağımı şaşırdım. Kız annem beni öldürür öğrenirse n’olur söylemeyin diye
ağlayıp duruyor. Bizimki, internetten araştırmış ya kürtaj olacak ya da siz
dilekçe verirseniz evlenebiliyormuşuz diyor. Aklımı oynatmak üzereyim.”
Gülmem geldi, tuttum kendimi. Bana anlattığı sorumsuz, umursamaz,
kaygısız çocuğu gördünüz mü? İzin dilekçesiyle kız arkadaşıyla evlenip durumu
kurtarma derdinde. Bana hiç de sorumsuzca gelmedi…
“Bu sizin tek başınıza altından kalkabileceğiniz bir konu değil”, dedim.
“Ortada biri sizin olan biri de olmayan iki çocuk var ve diğer anne-babanın ve
pek tabi eşinizin de durumu bilmeye hakları var.”
“Benim derdim ne zaman bitecek? Allah’ım ben daha bu çocuktan neler
göreceğim? Ben bunları hak eden bir anne miyim? Minaanım söyleyin ne olur, her
istediğini yapmış bile olsam, bu kadarını hak etmem reva mı?”
“Tabi ki değil.”
Rahatladı biraz…
Çıkarken önce eşini aramak sonra da onunla birlikte kızcağızın ailesini
ziyaret etmek üzere karar almıştı…
Çocuğun mu var derdin var…